28.12.2011

melankoli buhranı

Ellerim titriyor bazen, gözlerimde bir sızı var. Dudaklarımı ısırıyorum, kısıyorum gözlerimi. Zoraki nefes alıyorum. Ona dahi gönülsüzüm. Belli sıkılıyorum. Demek ki hâlâ beklenti içindeyim bu ömürden. Elde ettiğim her şey, yeni istekleri doğurmadı mı bunca yıldır! Neden hâlâ istemekle meşgulüm. Ne istediğimi de pek bilmiyorum aslında. Ayaklarımı oynatıyorum. Alt dudağımı üst dudağımda gezdiriyorum. Tırnaklarımı kemiriyorum sık sık. Telaşlıyım. Hep telaşlıyım. Soluklanıp, dinlenip, bir şeyler beklemeden, hiçbir şey istemeden gelecekten, öylece var olabilsem. Bakın yine istiyorum. Kısır döngü bu. Bu dünyadan kopamam, ama elimi eteğimi biraz olsun çekebilirim değil mi! Böylece rahatlarım belki. Göğüs kafesimi dolduran hüzün, yıllanmışlık, telaş, korku ve yorgunluk karışımı şu sıkışıklık nasıl gidecek bilmiyorum.
Terliyorum bu günlerde, üstümde uçuşan tozları görüyorum bazen. Onlarda bile benimki kadar derin bir amaçsızlık sezmiyorum. Bazen mutlu oluyorum. Ama o kadar kısa sürüyor ki şu an hatırlamam bile mucize sanki. Mutluyken sanki görünmez kara bir el beni hüznüme, beni melankolik alemime doğru çekiyor. Farkına varamıyorum çoğu zaman. Bir bakıyorum yuvamdayım, vatanım burası sanki. Midye kabuğunda biriken bir tortuyum. Dünyam denizim benim, kaçıp sığındığım yer midye kabuğum. Yıllar beni belki de kimsenin asla keşfedemeyeceği bir inciye dönüştürebilir en fazla. Kabuğumun içinde nazlı nazlı parlarım. Bir gün biri kazara keşfederse bile beni, en fazla denizin dışındaki alemde, bileklerde, boyunlarda, parmaklarda başka gönülleri eğlendiren bir soytarı olurum. Aaah! Neden böyle oldum, ne zaman başladı değişim, bilemiyorum. Bir gün uyandığımda bu halde değildim elbet. Ama hiç de farkına varmadım bu değişim sürecimin. Bak bak yüzüm buruştu yine, sağ elimin başparmağıyla gözlerimi ovuşturuyorum. Her neyse, sıkıldım, uyuyorum.