29.03.2010

biliyorum

biliyorum..
rakının her kadehinde senin olduğunu
alkolün damarlarımda dolaştığı her yerde
seni bulduğunu..
ve ben kalbimin her çırpınışında
apansız bir şekilde
sende kaybolduğumu biliyorum..
nargile yanarken
duman ciğerlerimde boğuşurken,
çaresiz bir şekilde dışarı çıkarken
olmamışlığı üflediğimi biliyorum...
denediğimi, çabaladığımı,
sensizliğe alıştığımı sandığımı,
kandırmadan, yalan söylemeden
sevdiğimi sandığımı biliyorum...
başkasıyla olamadığını,
ne kadar sevsem de yapamadığımı
paramparça olan kalbi
toparlayamadığımı biliyorum.
umutsuzluğu, ezilmişliği,
yıkılmışlığı ve en önemlisi
başka türlü olamamışlığı,
biliyorum..

biliyorum

Biliyorum..


Rakının her kadehinde senin olduğunu

Alkolün damarlarımda dolaştığı her yerde

Seni bulduğunu..

Ve ben kalbimin her çırpınışında

Apansız bir şekilde

Sende kaybolduğumu biliyorum..

Nargile yanarken

Duman ciğerlerimde boğuşurken,

Çaresiz bir şekilde dışarı çıkarken

Olmamışlığı üflediğimi biliyorum...

Denediğimi, çabaladığımı,

Sensizliğe alıştığımı sandığımı,

Kandırmadan, yalan söylemeden

Sevdiğimi sandığımı biliyorum...

Başkasıyla olamadığını,

Ne kadar sevsem de yapamadığımı

Paramparça olan kalbi

Toparlayamadığımı biliyorum.

Umutsuzluğu, ezilmişliği,

Yıkılmışlığı ve en önemlisi

Başka türlü olamamışlığı,

Biliyorum..

18.03.2010

dün ucu

bugün
son kara parçasından
evrene atlayacaktım
tüm dertlerini
deftere yazdırıp dünyanın.
hesap günü öderdik elbet...

aynı şişede rakı olsaydık,
kendimizi içip
şarhoş olsaydık,
sonra da...
sonra işte.

farklı güneşlerin
altında aynı yansaydık
eş zamanlı.

hayat
dünya'nın ucunda yaşamak
gibi.

17.03.2010

kaç

elimdeki çizgiler, saçımda beyazlar
birdenbire belirginleşince..
düşünceler içinden çıkılmayacak gibi
sığınacak kimse yok öylece...
belki anlatmaya çalışmıştım
birkaç duble içince...
öylesine kurtulmuş boğazın çatalından
öylesine çıkmış birkaç gereksiz cümle..
anlatamadım ki hiçbir şeyi
anlatamadım ki kimseye
cesur geçinip yazarım her zaman
oysa bu kez hiç olmadığım kadar ürkekçe..
derdim keşke sevda olsa
onun gidişi belli, sonu aynı netice..
kendime yazmaya korkuyorum
kalem gitmiyor, ilerlemiyor işte..
yüzleşmek bu kadar zor mu
bu kadar mı acımasız ve gerçekçe...

hatalarımın cezaları mı bu
yoksa kocaman bir oyun mu
daha ne kadar karanlık yolum
ne zaman bu ışıksızlığın sonu?

şikayet sadece bu satırlarda,
ötesinde yok, ötesi başka..
sınırsızlık sadece bu kağıtta,
dışarıda yok, dışarısı dört duvar oda...

kime anlatmalı bilmiyorum
paylaşacak cesaret yok
bunaldım, darlandım, çıkamıyorum
yazmaktan başka çarem yok

dengesizce

dostum dostum
güzel dostum,
bu ne beter
çizgidir bu,
bu ne çıldırtan denge...
yaprak döker bir yanımız,
bir yanımız bahar bahçe.

bir taraf
insanı deli etmek istercesine
sınırsız öfke,
diğer yanımız ise huzurdan güvence.

dostum
bu ne yaşamak böyle
bazen gece bile
yaprak ağlar halimize.

dostum
bu öyle bir yaşamak ki
işte,
bazen temizlemeyiz bahçeyi
dökülen yapraklarla kapansa bile;
ezilen yaprak hışırtısından
mazoşist bir zevk alarak hem de.

dostum
bu öyle yorucu bir yaşamak ki
ve yaşamaya öyle hasret ki
ve de yemyeşil bahçe o kadar yakın ki...

sevgili dostum
sonbahar melankolisine
sarılı bir posta gibi ruh,
yeşilin yakutuna bezeli bir bahçe bile
çelemez aklımızı sinsice.

insan olmanın gereği bu
dökülen yapraklara
tutunma müsabakası
sebepsizce.

yoksa yemyeşil bahçe
hep yerinde...

dostum
tam işte bu gece
tüm efkarlarını içebilirim
tüm aşkların,
kuru yapraklara
bezeli şekilde...

o güzel bahçe ise
hayallerin içinde.

ellerimizde
kuru, sarı,
biraz da gözleri dolu
yapraklar...


not: hasan hüseyin korkmazgil üstada haddim olmayaraktan, Cogen'in verdiği ilham ile eşlik ettim.

12.03.2010

üç

ney sesiyle irkilirken birden
çarptı geçmişin sıcak rüzgarları yüzüme
ne zamandır kadehlerde aradığım,
sensizlik bu seste saklıymış meğer..
koparmalı artık burdan seni
başka yollara yürüyebilmeli..
ama olmuyor ki güzelim
öyle karışmışız ki
ben nerede bitiyorum
sen nerede başlıyorsun
bilmiyorum..
ne kadarını söküp atabilirim
attıktan sonra geriye kalan ben miyim
hesaplayamıyorum...
seninle gitmeliydim sonsuza
seninle çıkabilirdim cehennemden..
kendimi kandırmaya devam etmeden
ben tükenmeden, sensizlik olağan gelmeden
başka limanlara gitmeden,
her şey hala sıcacıkken
gel...
hiçbir şey deme,
sadece gel.

ney sesiyle irkilmekmiş sensizlik
ağırdan alamamakmış yüreği
mantığın dibine vurabilmekmiş...
sadece gel, burada dur.

bu bir çaresizlik değil,
mutluluğa yolculuk,
içki içmeden sarhoşluk..

tek çare değil vakurluk..
bazen çare,
yeri geldiğinde yere serilmek
gururun dibine vurmaktır...
gel, düşünmeden gel
dibe vurarak gel,
acımasızca gel.
sadece gel.

tırmanmışken uçurumun en yükseğine
hazırken atlamaya tekrardan boşluğa
ardına bakmadan süzül dünyanda...
yaşanmamış her ne varsa
en gerçeğiyle yaşamaya gel..

sadece sen gel,
yalnızken gel, son defa gel.
yüreğini sök de gel
gel
gel
gel
-me..
gelme..

neden deme, kendime aldanmışım
kimsesiz değil, sadece sensiz kalmışım.
benim için değil, kendin için gelme..
benimkisi bencillik, safsata
yüzleşmek kendimle, sıfatımla
hatırlamak kaybettiklerimi
ve asla geri kazanamayacaklarımı..

bildiğin doğru
kafanda geçen cümle doğru
hala sen, sadece sen.
sevmenin nasıl yazdırabildiğini bir bilsen..

aslında biliyorsun.
her şeyi biliyorsun.
beni benim kadar
benden daha iyi tanıyorsun.

kopuk kopuk satırlar bunlar
devamı yok tutarsızlığı çok
ne farkeder, varsın olsun
madem her şeyin dibine vurmuşuz
inceldiği yerden kopsun...

benim cesaretim bu kadar,
bir nokta kadar yakınım sona,
son cümlem nedir diye biri sorarsa
gel..me..
gel..
me..

9.03.2010

kaçırma

eski bir hisle başlar bu gece
kırmızı siyaha döndükçe
bir bela gibi çöker yalnızlık...
hüzün mü yoksa mutluluk mu daha karmaşık?

eski bir dost girer muhabbete
kelle koltukta çıkar yola delice
sever sen sevme dedikçe
ay ölmeden, kalp dönünce...

belirsizliğe ulaşır bu kavga gittikçe...
bir gün biter, bitmez deyince
içindeki ses de bitince
her şey bitti dersin çaresizce

ama kalp bu işte sevince
döngüye girer bedenin sebepsizce
o son noktaya geldiğinde
bir duble dost muhabbeti ilacın işte

bu kavga hayatı sardı sanırsın
kalbine yine çocukça kanarsın
kabuk tutmuş yaralarını sardım sanarken
ruhunu daha da kanatırsın

ama işte dışarıda bir hayat var
kalbin inkar etse de orada
ruhunun derinlerinde unutamadığın bir yar
seni zamana mahkum eder.

elini uzatabilsen bir ah
çıkarabilsen ruhundan
dokunabilsen hayata
o yar sadece geçmişte bir yara.

kaçacak tren kalmazken
yavaş yavaş
karar verme zamanı şimdi
ya atlayıp bir başka zamana
gideceksin hayata
ya da kalacaksın yaya.

seçmek kalbini ruhun geçe
kaçırma...

yokuş aşağı kelimeler

duvarlar üzerimize gelse de
kalplerimiz olabildiğince özgür
parmaklıkların ardında.

görünmez sınırlarla
bezeli hayatımız,
bıraksakaltımızdaki yeryüzü
kayıp gidecek.

kelimeler içimize işlese de
anlatamayız hikayelerini,
ne kadar denesek de
üzerimize gelen duvarlara
mıhlarız dağınıkça.

şiir aklımızdan geçse de
soluk nüshalarını düşeriz kağıda
ruhumuzdan kopan zavallı parçalarla.

ve ne kadar zorlasak da,
kelimeler duman çığlık olur göğsümüzde
tam orta yere oturur
hikayelerini anlatmak bir nefes verimi uzakta olsa da
içimize çekeriz usulca
çünkü anlatılmaz hikayeleri kelimelerin,
içinde yaşanır
serseri bir mayınmışcasına

bir kelimeden atlayarak
hikayeler diyarına...




çevresini düşünmeyen insana aşina değilim

yemek yenen bir program var biliyorsunuz. yalan yok ben de her fırsatta büyülenmiş gibi olsun zombi gibi olsun çeşitli şekillerde izledim programı. izledikçe sinirlendim, sinirlendikçe güldüm, güldükçe de izledim gibi bir kısır döngüye girdim. ama son adana programı sonrası iyice tiksinti geldi (adana ile alakası yok) artık izlemiyorum... hayır dengem bozuldu bi yanda abla yemek yapıyor, yaparken diğer yarışmacıların beğenmeyeceğinden dem vuruyor... sonra ana haberde görüyoruz ki gazze'ye insani yardım dahi giremiyor, yiyecek yok yani... sora ana haber bitiyor yine yemekteyiz... eleştiri kıyamet. kimse bir haltı beğenmiyor. seviyesiz yorum kalabalığı. bir yandan izliyorum diye kendime içimden küfür kıyamet...

para kazanayım diye başkasını itin g.tüne sokup çıkarıyorsuni sonra o seni aynı şekilde... eee biz de izliyoruz... hani bir fotograf vardı. afriika'da bir çocuk. emekleyerek 1 km ötedeki BM kampına gitmeye çalışıyor... arkasında akbaba onu izliyor... şimdi fotoşop diyen de var da neyse. önemli olan o mesaj... o kanalın binassını girişine büyütüp asmak lazım o fotoğrafı sanki...

bir de çok mübah bir şeymiş gibi kopyaları çıkmış... hangi kanalı açsan yemek masasında didişen insann görünümlü ne idüğü belirsizler... "ay ben onu yemem", "ay bunda kıyma vaaaaarrrr", "ay bu çok ağır hiçbir şeye benzemiyooooooo" lafları havada uçuşuyor...

hiç mi adap görmediniz oğlum yemeğe "ıııyyyyy iğrenç" denir mi? o yemek önüne gelsin diye kaç kişi emek veriyor, o yemeği rüyasında bile göremeyecek insanlar var, aloooooo!!! tamam yemezsin beğenmezsin ama bi dur be kardeşim iğrenç ne demek ulan! sevmeyebilirsin ona eyvallah... adam gibi yiyemiyorum de... onu yemem bunu yiyemem ay o iğrenç bu kaka.... bok yeyin ulan...

ya da bazısı var da daha fena...her şeyi yiyor sonra ben sevmedim, ben yiyemedim... neyi yiyemedin abla tabağı yiyodun bıraksak... yedikten sonra ben onu yiyemem bun u yiyemem. löp löp atarken böreği öyle demiyordun ama...

bugun gazze'de savas ve kitlik var, afrika'da acliktan her sene milyonlarca kisi oluyor... hatta o kadar uzaga gitmeye de gerek yok sokaktaki insanlara bak...

sen hala "yagli olmus"dasin, "icinde kiyma var"dasin... kiymanin kilosu kaca biliyon mu sen?

neyse bundan sonra 24 saat diskavıri çenıl'a bağladım. yunuzlar kaplumbağalar oooh miss... en azından çevremizdeki bir çok insan geçinenden daha makbuller...

kendi aynası

hayatın kıyısından giden
bir yokluktayız beraberce,
ben yokları oynuyorum sessizce,
siz ise varları.
ışıklar elinizde en renksizinden...

zamanın koynuna giren
bir hiçlikteyiz beraber
siz saniyeleri sayıyorsunuz ileri,
ben saatlerce geri gidiyorum.

sigaraya katık küllüklerin kenarındayız şimdi,
yanmak ama ne yanmak cayır cayır
külleri savrularak yanmak ah,
her son nefeste bir yeni ölüm kavgası.

hayatın ucundayız şimdi
bir rüzgar düşürmeye yetecek bizi
ölümden bir nefes daha çekerek düşsek ölüme.

beynimin en ince kıvrımlarındayım şimdi
sıkıntılar basarken bedenimi
labirent gibi bir sessizlikte
derin derin
kaybolurken
hiç akmayan bir
söz yaşı misali.

kaçamak kalp atışlarındaki
muazzam resitaldesiniz şimdi,
her sesten korkarak
arkasına saklandığınız köşelerden
iki yüzlülük aynasında
başrol oynarken...

her harfte bir çıkmaz savuruyorum şimdi
delicesinde durmayan bir hiç bu,
sözler ölüm, ölüm yazın, yazın hayat bana
ve o hayatın köşesinden
cesurca tutabilmek var
kayıtsızca.

ruhlarımızla saklambaç oynadığımız
eski bir sokaktayız beraberce
ben ebelenmeye hevesli
sizler saklanmaya
ama ruhlar avans vermiş haberimiz yok.

saklanma zamanı şimdi
modern zamanlar adı
ruhlarımızdan köşe bucak kaçtığımız
bir ilüzyon kabı.

yağmur damlasında suyuz şimdi,
susuzluktan kavrulsak da
etrafımıza bakamayacak kadar
kirli.

her adımdaki çekingenlikte
yavaş yavaş yokuz...

sıkıntılar basarken

o kadar ara vermişim ki yazmaya.

uykumdan uyandım ve aklımda tek bir şey vardı yazmak. uyanalı daha 2 dakika olmadı ve bu gereksinimimi karşılar karşılamaz da yatacağım geri.

daha uyanalı 2 dakika oldu ve vücudum rahatlamaya başladı. dahası ruhum da onunla dörtnala...

yazmadığım sürede ne kadar çok şey yaptım, yaşadım, hissettim hatırlamak mümkün değil. hayatımın kıyısından köşesinden kayıt altına almadığım anlar onlar ve yok olmaya mahkumlar.

bence bir insan yazdığı sürece varolabilir. düşündüklerini kağıda bir şekilde yansıttıkça. ister bunu kimseye söylemesin, ister dünyaya yaysın ama kafasındakileri kağıda boşaltmadıkça vücuttaki her sistemi çöker.

bundan sonra yazmalıyım elbet. hissettiğimi hissettiğim anda. sevdiğim sevdiğim, istediğimi istediğim, korktuğumu korktuğum, gezdiğimi gezdiği anda...

bu kadar uzun süre yazmadığım için kendimden özür dilerim...

4.03.2010

yağmaz ise...

bulut;

yolum yokuşa doğru gider
ömür dibe vurur
sevda sonum olur
üstümde bulut..

yağar mı dersin
yağdıkça akıtır mı üstümden
bu çamurlu belayı
bu hüzünlü deryayı..
yağar gibi sanki..

ya yağamaz ise,
ya benim gibiyse,
derdi gelince
sözleri bitince
gülemez olursa çaresizce?

yağar değil mi?
yağmazsa eğer
bulut benim sonum
kupkuruluk felaketim olur..

yağar mı dersin?
yağar değil mi?
ya yağamazsa?