24.12.2012

Para la Vida Eterna


Sana sensiz kalmayı anlatmalıyım dilim döndüğünce... Tam da anlatamam ya... Olsun, yine de denemeliyim. Sana seni sözlerle anlatmak da günah ya neyse... Alıştım zaten... Boşa demedim "Sana bir bakışlık mesafeden her seferinde ilk günahın benim!" diye...

Nasıl anlatılır bilmem ya, yine de deniyorum işte... Kelimeler çekingen gibi seni anlatırken. Aldığım her yudum Jack de çözemiyor dilimi...

Tüm gördüğüm sensin...
Tüm istediğim...
Tüm sevdiğim...

ve

Tüm ihtiyacım olan sensin...

Sana sensiz kalmayı anlatmalıyım. Çünkü bunu hak ediyorsun... Sana sensizliği anlatmaya çalışmamak korkunç olurdu... Belki bir daha sana dokunamamaktan daha da korkunç... Ama buradayım işte, ellerim de var... Dilim de var döndüğünce... İki adım ötemde de sen varsın. Sensiz değilim belki...

Ama anlıyorsun ve bazen de hafiften korkuyorsun ya -korktuğunu biliyorum dünyanın yeşili gözlerinden- saplantılı değil ama her hücreme sirayet etmişcesine hastalıklı bir sevgi bu... Bağımlılık gibi, bağlılığın bir adım ötesinde, yoksunluk sendromlarının zirvesinde.

Sensizlik dediğin benden uzakta olduğun anlar değil ki sadece güzel kadın... Sensizlik iki adım ötemde de olman... Sensizlik sana dokunamadığım her an. Sensizlik, en derinine kadar seni hissedemediğim, en derinime kazıyamadığım her an.

Sen bazen gidiyorsun ya... Geri dönmek üzere gidiyorsun. İşte dünya yeşili gözlerinden anlıyorum döneceğini ben. Birinin dönmeyeceğinden, onun dönmeme ihtimali olduğunu bilirken korkmak o kadar kolay ki; ve ben seni o kadar kolaya kaçmadan seviyorum ki, geri döneceğin Tanrı'nın varlığından daha kesinken bile dönmemenden korkuyorum.

Sensizlik manevi bir eksiklikten fazla. Çok seven herkes için sevdiğinin uzak olması manevi bir boşluktur. Oysa sen yokken paralize oluyor vücudum. Bazen bir bacağım, bazen bir kolum ve bazen de aklım yok gibi hissediyorum. Meczupluktan öte bir diyara yelken açarken fiziksel yoksunluk belirtileri gösteriyorum ve ancak sensizlik krizinden sarsılırken uyuyakalarak, uyandığım ana kadar sensizliği atlatabiliyorum.

Senin kokunla bir doz dahi olsa diyorum, bir doz dahi olsa damardan kokunu alsam sanki her şey geçecek... Ama kokun yok. Parfümün var elbet yanımda. Ama kokun o değil ki... Senin teninin kokusu... Tam boynundan, yani dünya üzerinde bulunan en güzel yerden burnumu hiç çıkmamacasına gömerek aldığım koku parfümün değil. O koku senin teninin tininle dans edişinden ortaya çıkan eşsiz bir Öz. Senin Öz'ün.

Sen de benim Öz'üm...

Yastığa sinen kokunun soluk bir kopyası beni daha da dibe çekmesin diye sen yokken seninle yattığım, terine karıştığım yatakta yatmıyorum. Belki olur da yastığa sinen kokunla avunur ve seni bir parça daha az özlerim diye...

Her sigaranın her dumanında seni üflüyorum... Dumanla yaptığım her dairenin üzerine iki yan yana nokta üflüyorum... Bir daire üzerinde yan yana gelmesi en anlamlı olan iki duman noktası; ve nefesimden çok daha öteden üflediğim...

Geliyorsun sonra... Sen gelirken, sen her tekrar geldiğinde senin bana ilk gelişini düşünüyorum. Beş dakikalığına dışarı çıkıp gelsen de böyle, içeriki odadan yanıma gelsen de, iki gün sensizlikten kıvrandığımdan sonra gelsen de... Her seferinde Eylül ayı oluyor bana... Her seferinde nefes almayı unutuyor kalbim.

Her seferinde kesiliyor nefesim... Nefesim zaten senin... "Ben" zaten senin...

Angus and Julia Stone'dan "All of Me" çalarken, sensiz kaldığım her an için senden tazminat talep etmek için bir mahkemeye başvursam, başvurduğum mahkemenin başkanının suratındaki ifadeyi merak ederken senin benim uyuşturucum olduğuna karar veriyorum.

Eroin...

Bir yerde okumuştum; eroin ilk alındığında insanı dağıtırmış, dünyayı toz pembe görme yoluymuş. Ama doyum noktasına ulaştıktan sonra onsuz dağılırmışsın, onunla değil. Onsuz yarım kalırmışsın. Ancak o olduğunda her şeyi olduğu gibi idrak edebilirmişsin...

Böyle söyleyince; aslında tam olarak eroinim de değilsin. Çünkü ben sana hiç doyamıyorum; senle ilgili bir doyum noktam yok.

Ama eroinim olsan da her seferinde altın vuruştan bir milim altta vururdum damarlarıma seni... Her seferinde hayata bir milim kala sana tutunurdum. Tekrar tekrar sana ölümün kıyısına gelene kadar kana kana susayabilmek için... Ölümle aramda sadece ve sadece sen kalana kadar kendimi kaybedebilmek, sonra senin koynunda, damarlarında hayata geri gelebilmek için... Sonra seni damarlarıma alıp ölümün kıyısına kadar gidip radan döngüyü başa alabilmek için...

O zaman kara verdim;

Sen benim "neredeyse eroinimsin"....

Geliyorsun...

Bir yatağın üzerinde sana karışarak müzik dinlemek gibi güzel oluyor her şey kapıya değen ellerini tutmak için aramızdaki kapı engelini açtığımda...

Sonra sen giriyorsun içeri... Kalbim bağımsızlığını ilan etmeli...

Kalbinin de bağımsızlığını istediğini adım gibi biliyorum. Birleşip yek oluyorlar zira her seferinde kalbimle... Tek kalp paylaşıyoruz seninle büyük...

Geliyorsun, gidiyorsun... Sensiz kalıyorum istemesem de... Ve sen her ne kadar her hücremde olsan da sensiz kalmam kaçınılmaz. Bence sensizlik, benim senin kutsal tenine dokunamadığım her anın birleşiminden oluşuyor.

Ama ne kadar birleşseler de ancak bir doğru parçası olabiliyorlar. Sınırları hep var. Oysa sen bir doğrusun içimde...

Seninle ilgili her cümle üç nokta... Seninle ilgili her şeyin devamı var içimde...

Sen varsın bende..
Sen
ve
hayat

en nihayetinde

Para la Vida Eterna...


Ölüm Kadın


Daha sen uyanmadan,
çoktan giden her kadın gibi
ölüm de güzeldir.

giderken duraklar bir an belki
belki sen uyurken ensene nefesiyle kazır
hiç olamayacağınızı...

hiç beraber ölemeyeceğinizi...

oysa iki insanın paylaşabileceği en özel şeydi
ölüm.

siyah ve siyah
siyah ve altın rengi.

kapıdan çıkarken
gözü yatakta kalır,
nefretle tutku arasında
dişlerini sıkar ölümcül

bazen her kadın bir ölüm,
bazen bir kadın tek ölüm

bazen de tek kadın
ve tekrar tekrar
ölüm.

Mey Yolu


Mey ile ibadet olmaz diyorlar;
Yalan!

Tanrı'ya gidiyorsa eğer
şaraptan da geçer iman.