29.12.2013

Şiir Geceleri Sokakta

Gece uzun,
ama seni sevmeme

yetmeyecek kadar kısa
ve

#şiirsokakta

Kağıt Kesiği

Kağıdın el kestiği geceler var... Yazmak ile yazmamak arasında gidilip gelinen...

Sana anlatmak istediklerimi kelimelere sığdırdığımı sandığım düşününce; fakat yazmaya gelince kalemimi zorlayan...

Sayısız gece var sensiz, sınırlı sayıda cennet gibi bir senle...

Geceler var sensiz geçen, ki Ahmed Arif'in de dediği gibi, cehennemin öbür adları onlar; her bir sensiz gece cehenneme yeni bir ağıt...

Her birinde aklımı kaybettiğim yeni bir ağıt.

Her biri sonsuz süren bir sürü geceler... Ve dahi delirmeler.

Senin yerine kelimelere sarıldığım geceler var. Kelimelerden nefret bile edilen.

Kokun yerine  havada müzik var...
Ne var,
ne yoklar.

Geceler var,
Sensiz,
ve güzel sözlere sığınmadan
ve de basitçe var o geceler

Aklımı kaybettiğim...

Yeni Dünya Düzeni

Gecenin her saniyesine asılı
Tan ağırmadan geçen her saniyesinde,
Tan ağırmadan geçen her saniyesine,

Zaman durmuş gibi...

Yeşil gözlerinde,
-ki Allah şahit yeşiller-
Gece karanlığında,
Tan parlaklığında,
Bir dünya var.

Gözlerimi senden alamadığım,
Gözlerini sana veremediğim...

Bir dünya var.

Her saniyesinde,
ama özellikle gecelerinde
-ki geceleri upuzun-

Bir dünya var.
Sen olduğum...

Gecenin en yeşil saniyesinde.

Fons Vitae

seni içim titreyerek seviyorum.

dünyaynın en uzun gecesinde
-ki 21 Aralık değil-
dünyanın en kısa şiiri bu.

ve
hayatın Öz'ü.

16.12.2013

Cennetteki o ağaç

Sessizliğinde sükun bulmadığım zamanlardı
Ve ben hiç göremeyeceğimi bile bile
Aramıştım cenetteki o ağacı..

Yokluğun hüküm sürüyordu
Ve istanbul,
Senin bana inanmadığın her saniyeye bir duble rakı içiyordu.

Hiç duble rakı bu kadar sert
Bu kadar acımasız davranmamıştı bana

Koydukça anason kokuluyu bardağa
Koyuyordu bir mesajla biten modern ayılıklar bana

Hiç böyle kokmamıştı yalnızlık..

Birazdan bitecekti o dağ gibi duran
Tam yetmiş santilitre gücündeki özlemim.
Rakıyla eşdeğerdi kurduğum sofralar
Ve kurduğum rüyalar.
Böyle basit bitmeyecekti.
Ve o hep sana söylediğim şarkı gibi
Elbet birgün buluşacaktık
Yarım kalmayacaktı bu böyle
Saçlarıma ak şimdiden düştü ama neyse
Hala bakışabilme ihtimalimiz duruyor
Kıpırdamadan, usul usul öyle..

Hiç bitmeyecek gibiydi ya sevgim
İnanmadığın dubleler var ya öyle
İşte şimdi sırasıdır
Biri benim, öbürü senin için..

27.11.2013

tuna, gazamız mübarek ola..

Tunanın minik diyagonal dalgaları.
Uçuşan yelkovan kuşları,
Tanırım onları.
Nedense alçaktan yavaş uçarlar. Yıldızlar gözükmedi henüz. Hava hafiften esintili.
Acaba meltemli mi?
Tanıyamadım rüzgârı.
Utandım bu yüzden. Henüz üşümüyorum.
Çingene müziği dinliyorum.
Bir puro içimi oyalanıyorum.
Geceyi bekliyor, hülyalanıyorum.
Nasıl ki Bükreş cennet hayatı sürdüğümüz, ekmeğimizin başşehri,
Bu nehir de öyle. Gözbebeğimizin nehri.
Daha sayamadım. Karpat Dağları var, kayalarında kurt, doruklarında kartal olduğumuz.
Etrafında dolanıp ıskaladığı
Eflak Boğdan’ı var, Çadır kurduğumuz kırları var boydan boya suladığı.
Şarapları var tadına doyulmaz. İçeni azdıran,
Deli dolu şeyler yazdıran.
İşte ben de yazıyorum. Acep olacak mı?
İçimdeki cevher akacak mecra bulacak mı?
İşin özü mü?
Doğrusu ağır bir denklem çözümü.
Bilemiyorum.
Öyle şeyler var ki içimde, silmek istiyorum da, silemiyorum.
Ey TUNA. Neren durgun senin? Kim duymuş akmam dediğini.
Akmasan kim taşıyacak, ileriye doğru umutlarımı.
Umutlarım olmasa kim yaşayacak başka dertler için benim yerime?
Etrafımızı yıkmadıysak,
Bu güne kadar kimseyi yakmadıysak,
Gücümüzün yetmediğinden, aklımızın yatmadığından değildi.
Biz söz vermiştik bir kere, bizden zarar gelmeyecekti.
Varsın kimse bizi iyi bilmesindi.
Yeter ki namımız düvelde böyle anılsındı.
Ben şimdi deltanın hemen gerisinde,
Sondan bir önceki şehrinin berisinde,
Düşünürken, senin taa nerelerden,
Ülkeleri sayarak, Kayalardan kayarak
Kopup geldiğini.
Sen var mısın yokmusun, Senden haberi bile olmayan birisi, hatta ikisi ve hatta sığır sürüsü, Nereden bilecek senin neler görüp neler bildiğini.
Özgürce akabilmek, Karadeniz'e bakabilmek için kaç dere çoğalıp, kaç dere öldüğünü,
Kaç şehri kaç ülkeyi ortadan böldüğünü.
Hâlbuki bu olay ne de kolay görünüyor. Hayatında hiç akmamış,
Yatırıp da ufuklara buğulu gözlerini hiç bakmamışlar için.
Biz yine de onların adına, kılımızı kıpırdattığımız,
Yüreğimizi hoplattığımızda.
Bizim içimize inme inerken, ölümlerden dönerken.
Ne zor geliyor insana, onların velvele koparması..
Ciğeri beş para edenlerin en ufak bir esintiyi fırtına sanması..
Bir gün TUNA, inan bana, Eğer sen akamaz, ben sana bakamaz olsam; o birileri hatta ikileri ve hatta sığır sürülerinin varsa yürekleri, bil ki yağ bağlayacak.
Hadi herkesin de hakkını yemeyelim. Bizden yana birileri de elbet...
Üç ülke, iki deniz, dört tel örgü uzakta. Bizim için ağlayacak.
TUNA sen bilmiyorsun. Nehir olduğun, doğduğun yerden bir kibrit çöpü atılsa, kendi haline bırakılsa, benim onu bizim buralardan karşılamam olası.
Şaşılası değil mi?
Hâlbuki ben yapsam aynı eylemi. Senin suyuna karışması ihtimali o kibrit çöpünün; o sürülerin kalplerinin bir başkası için bir kere bile çarpması ihtimalinden daha büyük. İnan daha fazla.
İşte TUNA ben bu gazla,
Yeniden uçmak istiyorum. Bu kinle,
Bu birikimle, koşmak, coşmak istiyorum.
Bıraktım geride ilkokul günlerim gibi, dar günlerimin firarilerini,
Bol günlerimin riyakârlarını, haramilerini.
İçim buruk. Çok şeyler öğrenip, hiçbir şey öğretemedim. Suçum yok, çakılmışlar.
Aynı koordinatta kodlanıp, aynı çayırda otlanıyorlar.
Vaktim yok beklemeye.
Hakkım yok dertlerime dert eklemeye.
Ahval ve şerait böyle TUNA.
Yanlış anlama.
Ben sana yarama tuz basasın diye değil; koskoca bir deresin ya; bir racon kesesin diye geldim.
Şimdi sen dinlemeyecek misin bu deliyi?
Yoksa işine bakacak, sakin sakin taşıyacak mısın bir limandan bir limana şu üzerindeki,
Tomruk taşıyan sarı uzun gemiyi.
Sevdiğini biliyorum TUNA. Ağaçlardan kayını,
Balıklardan yayını...
Çünkü sevgi yoğunlaşmış emektir.
Sevgi emekse eğer, en çok emeğin onlara geçti demektir.
Bir de beni çok sevdin. Bende çok hakkın, hatıraların var.
Hani yıllar önce bir köprünün üstünde, arabadan inip de üstüne işemiştik.
Yol boyu bir bağdan üzüm çalıp yemiştik.
Bir keresinde de mezemiz lahana salatası ve havyar,
Şarabımızın markası Murfatlar idi.
Kıyında tüfek çatmış, etrafı yıkmıştık.
İçtikçe kusmuş, kustukça içmiştik.
Kendimizi Osman Paşa sanmış, sıçtığı taşı minnetle, şükranla anmıştık.
O günler attığımız naralar olmasaydı,
Biraz da yukarıdaki, çoluk çocuğun yüzüne gülmeseydi..
Şimdi sırıttığımıza bakma, Marmara çırası gibi yanmıştık.
Ben şimdi pek inanmam ama,
Bir şey dilesem mi acaba.
Hazır yıldızlar parıldarken, Kıyıların sularınla şarıldarken,
Şu en öndeki, kaymak üzereki yıldıza diktim gözlerimi,
Döktüm son sözlerimi.
Yeniden halayların başına geçip mendil sallayacağım.
Kurtalan Ekspresi'ne binip, ıssız bir istasyonda inip köy çocuklarına gazete yollayacağım.
Serin yayla rüzgârı olup ortalığı yine ben yelleyeceğim.
Dileğim olursa yoldaş TUNA söz, seni kardeşim belleyeceğim...

NAZMİ HASDEMİR
20.07.2003 GALAT-ROMANYA Tuna kıyısında bir akşam

20.08.2013

kimse sevmemiştir


Senin hayatın dursa da istisnasız herkesinki devam eder; çünkü... Çünkü sevmemiştir kimse kimseyi, gerçekten onunla nefesini somut bir yas tutacak kadar...

Now Playing: Tango with Lions - In a Bar Tonight

The evening is long
So long I hardly move
A can in my hand
A picture in my mind
A voice I need to hear
A laugh I need to show
We're lonely babe
In a boat again...

Kafamda o kadar çok gülümseme var ki... Hepsi hayalin diğer ucu şimdi; yatağımı paylaşan bira şişesinin ucundan soluk hayaller, diğer uçta oturup gülen tüm hayaller...

Senin hayatın durursa gülümsersin... Ama içinden dersin ki "Sevdiğim birinin hayatı durduğunda gülümsersem kanım damarımda donsun..."

Kimseden aynısını beklemeye hakkın yok. Hakkın bakılmayan telefonlar. Hakkın sanki üst üste kayıplarını kendi ellerinle gömmemişsin gibi sana dönen suratlar...

Oysa senin de hakkın vardı arada isyan etmeye. Ama o sana göre... Bir kere gülümsedin ya canın acırken; hah işte o an herkesin gözünde bitti senin acın. Ama kaç kişi kendi eliyle gömdü sevdiklerini... Kaç kişi bilir mezarın içinde hafif bir meyil olduğunu, ellerinle oraya koyduğunun kafasını hafifçe sağa çevirmeyi... Kaç kişide bu artık lanet bir alışkanlık gibi doğal gelmeye başlar beyin kıvrımlarından.

En yakınına bakma işte; ya onun da gözleri sürgünde kurak ya da seni anladığını söyleyip sonra kaçak.

Sevdiğini kendi eliyle gömmeyen kimse asla olması gerektiği kadar yakın olamaz sana.

Her sevdiği ile bir parçasını göme göme kalmamış olan hiç kimse... Uykuya kaç... Gelen olmuyor ya yine de kaç, lütfen kaç. Zaten en yakın sandığın sana, bir güneş ile bir deniz kadar uzaktır sana... Oysa altında kavrulduğun aynı zift karası güneş. Güneş satılık, sen satılıksın. Çoktan da alındın.. Kendine alındın, hayırlı olsun.

Now Playing: Skye - Not Broken

İroni gecede asılı. Herhangi bir yüzde 5 ila 45 şişe kadar kadim dostun yok.

İş yerinden eve kadar yolunu geri bulabil diye bira şişeleri bıraktın yol boyunca; belki en büyük hatan buydu, geri dönmek için önlem almak.

Dönsen, nereye döneceksin?

Dönerken durursun, kalırken ise durusun; senin hayatın durur... Herkesinki devam eder. Uğurlar olur.

Çünkü sevmemiştir kimse kimseyi, gerçekten onunla nefesini somut bir yas tutacak kadar...










13.08.2013

El Veda


Babasının aramasından korkan çocuklar vardır. Ya da belki yoktur bilmiyorum. Ben babamın ismini her telefonda gördüğümde elim titrer. Kaç kere telefon düşürdüm bu yüzden hatırlamıyorum. Bilmiyorum, hatırlamıyorum... Olumsuzluk kipi! Belki kip de değildir. Anlamıyorum. Değildir, anlamıyorum... Olumlu bir şey yok. Al işte yine... Yok. Olumlu mu şimdi bu?

Babamın beni aramasından korkmam 13 Ekim 2006 tarihine denk düşer. Babaannemin hastanede olduğunu, ama iyi olduğunu, beni görmek istediğini, akşam otobüse binip İzmir'e, hastaneye gelmemi söylediği 12 Ekim 2006 tarihinden bir sonraki zamana... Aramıştım o gece onu, saat 23:00 falandı. Babaannemi sormuştum; "İyi oğlum, gel görürsün."

Babaannem 13 Ekim 2006, 22:00 civarı son kez nefesini bu dünyaya vermişti. Babam bana ilk kez o gece yalan söyledi.

Ben üzülmeyeyim diye bana 1 haftadır hastanede yatan babaannemin durumunu ölümünden bir gün önce açıklayarak; nefes alır halinde, vücudu sıcak halinde babaannemi son kez görme ayrıcalığını benden alan ailemin beni sonsuzlukta bir üzüntü zincirine vurması ironikti.

Babam bana söz verdi, başka bir demire vurmayacaktı beni bu şekide bir daha...

Mesela 17 Ekim 2006'da annemin babası olan dedemin gidişini bekliyorduk. Tam 4 gün sonraydı babaannemden.

13 Ekim 2011'de annesine, annesi ile aynı gün giden amcamı da bekliyorduk.

Karısına duyduğu büyük özlemi, karısının doğumgününde yani 18 Mart tarihinde, karısının gidişinden bize göre 7, ona göre sonsuz zaman sonra kapatan babamın babası olan dedemi de bekliyorduk. Babam dürüst davranmıştı bana babası konusunda. Son bir kez görmüştüm. Konuşmuş, yemek yedirmiş, elini tutmuş, sarılmış, kokusunu içime çekmiş, bütün bir günü onun yanı başına geçirme şansına erişmiştim.

Babamı affetmem o güne denk gelir.

Bir anne, baba gibi bir kayınpeder, bir abi ve bir baba gömmek kolay da değil zaten.

Bir kızın gibi sevdiğin gelin, bir torun, bir oğul gömmek daha da zor olsa gerek...

Ebe, birçoğunuza göre seni annenin rahmi içinden çekip çıkaran, suratındaki ilk kanı silen kişidir. İlk ağlamanı herkesten bir salise önce duyan... Anadolu'da ya da sadece bizim ailede ebe, babanın babaannesi demektir.

Benim evrenimde ebenin hastaneyle hiç ilgisi yoktur. Ebe, küçükken evine gidip kucağına tünediğin bir huzur yumağıdır. Ebe, sen gelmeden evini çikolata ve şekerle donatan tatlı tanrısıdır. Evinde çorapları iç içe geçirip top yaptığın, saatlerce hiç bıkmadan koşturduğun ve muhakkak ya bir avizesini ya da bir vazosunu kırdığın kadındır. Kadınların malı kıymetli olsa da kırdığın hiçbir şey için sana asla sesini bir desibel yükseltmeyen kişiye ebe denir.

Hayatını adadığı Allah'ına secde ederken önünden geçince namazı bozuldu sayıp o namazı tekrar tekrar kılan ama sna asla "Önümden geçme!" demeyen kadındır. Sen eğlenirken gözleri parlayan kadına ebe denir. Sana kendi kocasının ismi verildiği için babana sonsuza kadar minnettar kalan kadına da ebe denir.

Ebe'nin sözlük anlamı, seni koynuna alıp uyutan, "deli bebek" diye seven "kıymetlim" diye başını okşayan kadın demektir. Hangi sözlük ki bırak aksini yazmayı, bu dediğim betimlemeyi ilk anlam olarak vermez, onun yazarları orospu çocuğudur. O sözlük de kırık bir tuğladır.

Ebe, sana hayatı boyunca sinirle bakmamış kadındır. Ebe, günahlardan arınmış bir mabettir. Ebenin evine gitmek bir hac vazifesidir. Ebe sen seviyorsun diye hastayken dahi en uğraştıran hamur işlerini yapıp seni bekleyen kadın...

Ebe demek, krep denen saçma sapan gerizekallılığı "O da neymiş, cızlak işte, cızlağın hamuru mayalanmamışı mı olur oğlum" diye yadsımak ve 90 küsür yıllık hayat boyunca afaroz etmektir. Krep ne amına koyayım. O kadar beleşçi saçma sapan bir yiyecek mi olur? Cızlak, ki ebe elinden cızlak Pazar günleri demektir. 26 yaşına da gelsen çocuk gibi sevinmek demektir. Ebenin çayı vardır mesela.

Hayatta hiçbir çay o kadar güzel bir tada sahip değildir. Ebe çayı kavramını literatüre kazandırmayan tüm çay bilimciler götverendir, münferittir.

Ebe terminolojisi vardır. Altın bilezik mesela meslek demektir. Tohtur ise doktor. Ebe terminolojisini şimdiye kadar yazmayan tüm dil bilimciler siktir olup gebermelidir. Hatta varsa cehennemin en sıcak köşesinden bir yazlık evde kızartılmalıdır.

Ebe sana "Tohtur ol altın bileziğini koluna tak da bana bak" cümlesini ağır bir Çorum aksanıyla söyler, sonra sen doktor olmayınca sana şakayla karışık sitem eder. Ara ara "Tohtur olaydığn iyiydiğn oğluuuuuğğğm" der. Sonra ekler; "Ossuuğn avuhat olduğn. O da iyi."

Sonra nur saçarak gülümser.

Ebe sana ilk duayı öğreten kadındır. Sübhaneke öğretmiştir. İlk namazını kıldırmıştır. Sonraları sen namaz kılmayınca içten içe üzülüp dışından hiçbir şey demeyendir. 90 küsür yıllık hayatının üçte ikisinden fazlasını okuma yazma bilmeden geçirmesine rağmen onlarca yüzlerce kitap okumak demektir. Ebe, "Hadi evlen çocuk yap da torunumun torununu göreyim içim rahat etsin." cümlesini çok safça inanarak kurabilen kadındır.

Ebe, birisi ölü doğan 3 erkek evlat, 5 torun, 4 de torununun çocuğu görmüştür. Ama en çok seni sevmiştir. Bunu sana biraz utana sıkıla da olsa söylemiştir. En çok seni sevdiğini söylemiştir. Söyelmesine gerek olmamasına rağmen "Allah biliyor ya.." diyerek söylemiştir. Oysa ki her hareketinden anlamışsındır. Ama o yine de söylemiştir.

Ebe, hayatta karşılıksız sevmektir. Ebe, bambaşka bir şeydir. Adı da mutlaka Emine'dir.

Ebe, o 90 sen 26 yaşında olsan da o tek bir saniye daha nefes alabilsin diye her şeyinden vazgeçmeye hazır olmak demektir. Bak yıllar, günler değil... Bilinci kapalı da olsa tek bir nefes daha alsın tek bir saniye diye sen yaşanmamışlığının tümünü verebileceksen, işte o Ebe'dir.

Ebe, 80 yaşından sonra bile tek başına perde asmak, evini kendi temizlemek, tek başına yaşayıp yanına kimseyi istememek gibi özelliklere sahiptir. Her akşam "Allah'ım kimselere beni muhtaç etme, yük etme!" diye dua edip, bir gece hastalanıp ertesi gün hiç kimseye hayatı boyu yük olmamış, minnet etmemiş şekilde sırasıyla ölü doğan oğluna, kocana, kız kardeşine, gelinine, torununa ve oğluna doğru gitmektir.

Ebe, güzel olan her şeydir. Güle güle Ebem, güzel Emine'm...

El Veda...


25.06.2013

Abdocan, Ethem, Mehmet..

Öncelikle tepede adım yazdığına göre burada yazacağım her şey benim kendi düşüncemdir ve bir topluluğa ithaf edilemez.

Günlerdir birçoğumuz bu direnişin içinde gerek aktif gerek pasif olarak yer aldı. Zıt fikirdeki arkadaşlarım vardı, şu an arkadaşlarım değiller. Çünkü cahillik bir suç değil, cahilin cahil olarak kalmadaki ısrarı beni yordu.

Laf anlatmaya çalıştım, açıklamaya çalıştım ama başaramadım ve sonunda vazgeçtim. İnsanlığın en tuhaf duygusu birine aşık olmakmış meğer. Bu öyle bir aşk ki, yaptığı her hatayı her tuhaflığı mazur görebilmekmiş. Ve en aşağılık duygu buymuş meğerse.

Tepemizdeki zır deliye aşık milyonlarca insan var. Gözleri aşktan kör olmuş, gözleri göremez olmuş. Allah yukarıdan inse şaşıramaz hale gelmişler. İnsanların hür iradesiyle ortaya çıkışına şaşırmışlar, ama zırdeli fetvayı vermiş bir kere.

İşbu direnişi kalıplara sokmaya çalışmışlar. CHP demişler, dış mihraklar demişler, oyun demişler senaryo demişler. Göt kılı bir kitleye "işte demokrasi aşıkları" bile demişler.

Oysa ki dert tasa tek bir şeydi. KARIŞMA! Sen babamız değilsin, sen yaradan değilsin. Neye inandığın seni ilgilendirir beni İLGİLENDİRMEZ! Ben oturur kandil günü rakı da içerim, cuma namazında saf da tutarım. SANA NE? İnsanları susturarak bastırarak bir yere kadar gidebilirsin. İşte o yer burası.

Hiçbir devrim, hiçbir diktatörün yıkılışı öyle sessiz sakin olmamıştır, olamaz da. Diktatörlük bisiklete binmek gibidir, durursan düşersin. Durmayacak zır deli, devam edecek sövmeye, aşağılamaya. Ağzında bin tane yalanla. İnandığı şeye tamamen zıt iftiralarla, provakasyonun dik alasıyla.

Direnişten öğrendik ki, ortada devlet ve onun baskıcı yapıları olmasa herkes insanca düşüncesini paylaşabiliyor. Yüzde yüz zıt olsa da karşıdakini dinleyip kendi yorumunu getirebiliyor. İnsanlığın hayvanlıktan tek büyük artısı olan konuşma yeteneğinin gerçekten işe yaradığı tek yerdi gezi. Orayı da konuşma ve anlama özürlüler robotlarını yollayıp yaktılar.

Düşünceden, fikirden korkulur mu? Bir insanın seni sevmemesinden korkulur mu? İnsanlık nerede?

İnsanlık Ethem'in öldüğü yerde öldü. Bundan sonra tarafsız kalanlar da karşı tarafımdadır. İnsanlık, Ethem'in katili polisi serbest bırakan hakime, onu oraya koyana, ona o kararı verdirene de lazım olacaktır bir gün.

Abdocan, Ethem, Mehmet. Unutmayın. Çünkü ölen bizdik, çünkü ölen hür iradeydi. Çünkü şu an eli kolu serbest, 5 yıl sonra emniyet amiri olacak birinin yasal mermisindeydi adalet.

7.05.2013

Babama Mektup

Sen gittin gideli koskoca iki sene oldu. Peki ne oldu bu iki senede? Tam iki tane torunun oldu. İki kız. Abimin kızları Ceylin ve Tuana. Ne kadar çok isterdim onları görmeni, onlarla vakit geçirmeni. Hatta ve hatta beni görmesen de onları görsen bile olurdu benim için. Mesela Beşiktaş Feda dedi. Ne severdin Beşiktaşımızı.

Çalkantılı bir sezondayız ama olsun bu sene her üç puan başarıdır bizim için.
"Ölüm Allah' ın emri" derler. Hadi oradan, hangi dindeki tanrı kullarının üzülmesini ister ki? Nasıl bir çelişkidir bu? Cevapsız o kadar çok sorum var ki. Aslında tüm sorularımın cevabı sensin. Bazen düşünüyorum böyle bu koskoca dünyada bir tek benim babam mı öldü diye. Bencillik yapıyorum sanırım ama ne biliyim belki başka bir zamanda olmalıydı. hiç hazırlıklı değildim ki. Her yanım eksik kalmıştı. Dışarıya ne kadar güçlü göstermeye çalışsam da kendimi içim hep bir zayıftı, korkaktı.

Biliyorum sürekli bakıyorsun yukarıdan bana, bize. Ama  ben bakamıyorum resmine. Her seni görüşümde üzülüyorum be baba.  Her görüşümde bir daha özlüyorum. Altı ay oldu gidemedim mezarına. Sulayamadım çiçekleri. Okuldayım ama ondan yani. üşengeçlikten falan değil sakın yanlış anlama beni.

Ulaşamayacağım kadar uzakta olup ta bu kadar yakınımda nasıl olabiliyorsun? Her an aklımdasın sanki. Bazen rüyalarıma geliyorsun ya işte en karışık duygularla uyanıyorum o günler. Tüm duygulardan biraz biraz. Sesin hala kulaklarımda. Verdiğin öğütleri mümkün olduğunca yaymaya çalışıyorum insanlara. Bir nevi seni yaşatmaya çalışıyorum soyut olarak.

Bu gece senin şerefine bir kadeh rakı kaldıracağım havaya, senin kadehin ile tokuşturmak için. Saygısızlık olarak algılama lütfen. Ben içki içmeyi de senden öğrendim. Kendinden büyüğe kadeh kaldırılmaz elbet ama sen hayattayken hiç çınlatmadık cam bardakları, bari şimdi yapalım.

Daha söyleyeceğim bir şey yok seni özlemekten başka.  
 

1.02.2013

Giden'in Anti-Manifestosu


gitmek midir, kalmak mı mesele...
soru işareti koymayacak kadar sonuna, retorik bir soru kalan için...
Kalan'ın Manifestosu'nda vardır çünkü cevap,
sonu soru işareti kaldırmaz derecede açıktır.

iki açılı bir soru değil bu, iki cevabı yok. tek bir cevabı ve bir de manipülasyonu var.

kalmak, bağlı olmaktır bir şeylere, bir yerlere... bir rutine.
gitmek... gitmektir işte. daha net anlatılabilir değildir.

kalmak her zaman daha zordur. giden, gider çünkü.
gitmek, hareket halindeliktir. giden her zaman yeni bir şeye gider. yeni, tanıdık olmayan anlamında değildir her zaman. yeni bazen tanıdık bir kompozisyona yeni'den gitmektir. kinetiktir giden. kalan'ı aklının bir köşesinde taşısa da o köşe ancak gerilerde ve birkaç kilit altında boğulmuştur.

giden'in aklını sürekli olarak gidişine ve yolda karşısına çıkacaklara kanalize etmesi gereken bir hâldir gitmek.

kalan ise kalır, durağandır.
bir rutine bağlıdır ve o rutinin bir parçası yoktur artık, giden...
rutin en büyük bağımlılıktır.
değme kendini ortaya koyan damardan en kaynar dozda en saf altınından vuruştan, daha bağımlılık yapıcıdır.
dozda bir eksilme, bir giden... alt üst etmeye yeter kalan'ı. paralize eder tüm mekanizmasını kalan'ın.

düşünme ve karar verme yetisi yabancılaşır kalan'a...

gitmek ya da kalmak süreklilik ve nihailik belirten kavramlar değildir. insan, bazen bir saniyeliğine gider. kalan bazen hiç geçmeyecek gibi duran bir saniyede sanki hazret bir isa'ymışcasına asılı kalabilir gerilerek zaman moleküllerine.

bazen bir cevabı beklerken kalır kalan. giden'in iki saniyelik gitmesinin hiçbir ateşte olmayan sıcaklığı ile kendini keser baştan aşağı. dayanamayıp dilinin ucuna kadar gelir okkalı bir "siktir git" demek. "s" ve "r" harflerine vurgu yapmayı ihmal etmeden tüm gücüyle. s uzatılır hem de, r ise keskin ve nettir.

son anda dilinin kıvrılabilirliğine dua ederek dilinin ucundan geri nefes borusuna çeker o siktiri, giden'in suratına çekmektense. kalp atışlarındaki ritm bozukluğu ise içinde kalmışlığın prospektüsünde okumaya tenezzül edilmeyen yan etkidir.

o çekilemeyen siktir, sülfür koktuğu için olsa gerek, kalan içgüdüsel olarak yutar belki de siktir'ini...

saatin 0123 diye gittiği ve biri neredeyse yirmi üç geçercesine hiç olmadığı bir zamanda soluk soluğa dururken yutulur; uzaktayken...

giden, yeni gelecek şeylere konsantre olmak zorundadır sürekli. o yüzden daha az düşünür bıraktıklarını... kalan, elinde kalmayanları hep hisseder.

pi'nin 3 alınabileceği kadar görecelidir giden'in bırakışı. giden'e göre ihmal edilebilir; kalan'a göre ise 0,14'ün kat kat sayıları gibi ölümcül. bu noktada kalan, giden'in ihmal ettiği 0,14'ten dahi daha garibandır.

giden, manipülatifdir. en zoru kendisinin durumuymuş gibi göstermeye meyillidir. gidişini zorunluluk gibi göstererek sorumluluktan kaçınmayı umut eder ancak. alıştığı yerden ayrılmayı cesaret olarak gösterip asıl bunun zor olduğunu, bilinmezlik olduğunu söyleyecektir.

ancak kısmen haklıdır da. bir bilinmezlik mevzu bahistir. ama zorluk ve cesaret söz konusu değildir.

ayrılmanın yükünü taşıyan giden değil, kalandır. giden, mümkün mertebe hafif seyahat etmek için o yükleri bırakıp gider. kalan için ise bu lüks yoktur. sırtında olmasa, nefesinde taşır o yükü.

giden korkaktır. en korkak giden'dir. bir şeyleri kaçırmaktan korkar, eksik kalmaktan korkar. gitmesini haklı göstermek için uydurduğu bahanelerin üzerine sesinin yapmacıklığı ve ardındaki soğukluk siner.

oysa cesaret, varlığını bir başkasına bağlayabilmektir, bir başkasıyla bir bütün oluşturabilmektir. onlayken yalnız olmadığını, bir şey kaçırmadığını, eksik kalmadığını düşünmek de değil, en içinden hissedebilmektir. cesaret ise eğer, cesaret budur aslen.

kalmak, bunu göze almaktır.

cesarettir.

gitmek, başlı başına bir kavram olarak dahi şerefsizdir.

en nihayetinde;
gitmek, gitmektir.


11.01.2013

Masada






Sinsiydin
ve bolca şımarık
umarsız
küçük parça parça
ama her yerde
ve en nihayetinde
orospu çocuğuydun
kanser
asıl sen geber!

2.01.2013

Fısıltı


Sonu en başta yazdım;

"Ben, aramızda sönmeye yüz tutmuş bir mum ışığı olsun; gözlerinin içine bakarken ışığın ızdırabına son vereyim; sonra da gözlerinde karanlıktan geçeyim istiyorum..."

Tanımadığım biri... Beni özlüyor ve benimle aynı şeyi dinliyor... Eminim dinliyor... Ludovco Einaudi'den "Fly"... Çünkü burada o çalıyor... Değişik bir duygu bizi koparamıyor da... Seviyorum onu ve hatta resmen sevişiyorum bazen onunla... Sonra fısıldıyor bana duyuyorum; "Sana hem ulaşamıyorum, hem de çok benimsin..."

Seninle konuşmak istediğimde bunu anlamana bayılıyorum... Benimle konuşmak istemenin izdüşümünde seninle konuşmak istemem olmasına bayıldığını da biliyorum. Sen nesin? Alkollü, çokca durgun, fazla düşünceli, biraz melankolik ama mutlusun... Alkollü, melankolik ve mutlu iyi bir karışım yavrum. İyisin en azından... Tek bildiğim bu olsa da yeter... Kaldı ki fazlasını biliyorum. Kelimelere dökemiyor olmam bunu değiştirir mi?

Peki ben neyim? Sen anlat bana...

"Çok söylemek isterken bir anda susan, susunca yazan, yazdıkça susan, sustukça kafasının içinde binlerce ses düşünen, binlerce sesi yüzlerceye indirmek için elinden geldiğince yazan ve yazdıkça susansın... Konuşamayanlara manifesto yazansın... İsterse suyun üzerinde yürüyebileceğine inanansın... "

Ve daha alçak perdeden bir kelime daha fısıldadın, duyamadım.

Seninle konuşsam, kendimin bile bilmediği, varlığından haberdar olmadığım derinlere haritasız inebilmekten korkuyorum...

Gözlerin dalınca ne anlatırsın acaba? Merak ediyorum.

Aslında bilmem ki... Hiç dinlemedim kendimi gözlerim daldığında...

Bir nevi aynaya bakmak mı bu? Birbirimizle bu kadar yoğun hislerle konuşmamız... Bana kelimelerle otoportremi çizmen tesadüf mü karanlıkta... Kaldı ki karanlıkta çok daha güzelsin, ışıklar söndükçe büyüyor, parlıyorsun... Karanlıkla özdeş gözlerin... Beyazı bile simsiyah... Köşeli çenenin kenarlarından akan bir hırs, kontrol edemediklerinden gizlice kaçıyor o karanlıkta... Seni en karanlıkta da görebilmek isterim mesela ya da en parlak anda sadece seni görebilmek...

Hatırlıyor musun ilk konuştuğumuzda alkollüydün... Nereden hatırlayacaksın ki? Ben çok zaman alkollü olduğum için ilk konuşmamızın alkollü anına denk gelmesi çok da şaşırtıcı değil... Uzun uzun sohbet etmiştik sen ve ben... Hiçbir kutlamaya ait olmayan bir Jack'in dibinde... Ağzımızda meşe tadı vardı, biraz da arpa sanırım... Birkaç dip geçtik muhabbet ederken; hava tüpümüz de yoktu...

Senden hem kaçtım, hem kopamadım. Hiç tanımadığın birini bu denli bilmek nasıl bir his? Korkutucu... Çok güzel ama korkutucu... Sana en uzak birinin seni bu kadar bilmesi, sana aslında en yakın olduğunu fark ettiğinde seni kontrol altına almasını ve zincirlenmeni sağlayacak, biliyorsun!

Hem dudaklarımla konuşuyorum ben; sımsıkı kapatıyorum onları...

Beni özlüyorsun... Garip ama ben de seni... Hiç konuşmadığım biriyle, bir yatağın üzerinde, ona hiç sormadan seveceğine emin olduğum şarkıları hafifçe araladığım, her şeyden usulca muhabbet etmeyi özlemek şeklinde...

Hiç tanımadığın birini bu denli bilmek nasıl bir his?

Ben, aramızda sönmeye yüz tutmuş bir mum ışığı olsun; gözlerinin içine bakarken ışığın ızdırabına son vereyim; sonra da gözlerinde karanlıktan geçeyim istiyorum..

Neyim ben diye sordum yine... Bu sefer fısıltını duydum;

"Bensin..."

Aynadan çık gel kendim...