27.10.2011

"Az" sevdiğim Minellika


ben seni ne kadar,
ne denli, ne çok sevdiğimi
anlatamıyorum ya
ona yanıyorum...

senin her hücreni tanıyorum
minik elli kadın,
seni her hücremle sevdiğimden mütevellid.

tüm vücudunun her bir kıvrımını,
her mimiğini,
ruhunun her zerresini
severim,
sonu yok...

devamı gelen
üç noktalarla sevdim
başı yok.

duracak yer bulamadan
seviyorum
ve böylece
ortası da yok.

şimdiye kadar sana söylediğim her söz,
senin için yaptığım her şey,
sana olan her bakışım,
dokunuşum,
sevişim,
öpüşüm,
içimin titremesi;

sana sevgimadına hissettirebildiğim her şeyi
al topla,
şimdi sonsuzla çarp
o kadar "az" anlatabiliyorum yani.

seni gösterip karmaya
"burası sabit kalsın, gerisini karmaya devam et karma"
diye sarhoş bile değilken haykıracak kadar az.

yalnız bu benim seni çok özlemem
büyük sıkıntı.

çok özlemek derken,
o da
... gibi,

"az"
...

22.10.2011

Sen benim rakısız sabahlarım kadar günahsızsın


Rakıdan geçmeyen hayatlar
biraz eksiktir,
bilirsin...

Güne anason kokusuyla
uyumamış,
geceyi hiç bitirmediği olmamış insanlar
söken şafaktan
korkmazlar bizim kadar.

Anasona şiir yazmamış insanlar
günahlarının farkına
beyaza karışmışlar kadar
varamazlar.

Sen de benim kadar
günah işledin belki
ama bilemezsin;
sen hiç iki insan arasına
en içten bir köprü gibi kurulmuş
bir masanın ucuna
düğüm atmadın ki benimle.

Şafaktan korktun mu kıyasıya?

Günahsızım sanıyorsun ama
Sen benim rakısız sabahlarım kadar günahsızsın
ve
anasona uyanışım kadar
günahkar...

mini manifesto


diline söz geçiremeyecek kadar yoğun yaşayanlar
kaleme vurulur, kağıda tutulurlar

ince bir mum ışığında
usulca

yazmaya tutkundurlar
konuşamayanlar...

bazen 4 beyit, 8 mısra
mini manifestoda.

hep


minik bir kadın
minik bir çift el ile
ve kocaman,
güzel bakan gözlerle
aynı zamanda
yakan dokunuşlarla
biraz da
döne döne kavuran
bakışlarla;
yumuşacık dudaklar
ve hayat veren
öpücüklerle;
bolca sevmelerle
sadece var oluşuyla
mest etmelerle

kuğu gibi güzel
ve ışık gibi parlak
-düzeltiyorum
ışık onun kadar
parlak-;

güzel bir kadın
her şeyiyle
dünyamın
tam ortasına
doğdu.

zaman da O'nla dondu...

13.10.2011

Bugün 13 Ekim


Bugün 13 Ekim...

Bugün uyuyamıyorum ben.
Bugün durup durup bir anda gözyaşımla
kah gizli kah apaçık görüşmeler yapıyorum ben.
Bugün içiyorum biraz da,
ağlıyorum da bolca...

Bugün 13 Ekim,
her 13 Ekim'de olduğu gibi lanet ediyorum ben...
Yağmur yağsın diye dua ediyorum.
Bugün 13 Ekim, yalnız başıma ağlamaktan korkuyorum ben.

Bugün, 13 Ekim, çok yalnızım ben.
Bugün daha çok imla hatası yapıyorum yazarken.
Elim daha çok titriyor yaşarken,
kalbim daha çok korkuyla doluyor bugün.

Bugün 13 Ekim,
13 Temmuz'da başlayan hikayemin
kısa sonu bugün.

Bugün duvarları yumrukluyorum ben,
Bir işe yaramayacağını bile bile
isyan ediyorum ben.

Bugün 13 lanet Ekim,
Bugün hastaneleri daha da çok sevmiyorum,
Bugün İzmir'den tüm kalbimle
daha da
Ölümün'e nefret ediyorum.

Bugün,
hiçbir işe yaramayacağını bile bile
en küçük yapı taşlarına bölüne bölüne
derimin öteside ruhumu yırta yırta
isyan ediyorum ben...

Bugün 13 allah'ın belası Ekim
Boşalıyor bir anda beynim,
kontrolsüz ellerim,
yorgun ve çaresiz gözlerim
ve de kelimesiz kalbim
en hissizimdeyim.

Bugün 13 keşke olmasaydı Ekim,
durup durup küfrediyorum.

Bugün 13 nolur 5 sene ve 1 hafta önceye dönelim Ekim.
Bugün çok pişmanım Ekim,
Bugün neden elime o telefonu almadım Ekim.

Bugün 13 allah her şeyin belasını versin Ekim,
Bugün hiç kimseyi sevmiyorum ama tek birini Ekim,

Bugün donakalan nefesimi vermiyorum
ama vermeyi gerçekten çok istiyorum Ekim.

Bugün sesli ya da sessiz
ama bağıra çağıra ağlıyorum Ekim.

Bugün simsiyah bir günü yılın.
Ne kadar ağlasam da yetmeyecek bir gün bugün.
Geri dönmeyecek bir gün bugün.

Kokunu o kadar özledim ki
günü bugün,
ellerini, yanaklarını, sesini
sarılmanı sevgini,
bugün Sen'i çok özledim günü...

Bugün,
elimde olmadığını bile bile
"elimde olsa seni geri getirirdim"
günü.

Bugün kalbimin kırıldığı değil
yok olduğu günü.

Bugün deniz gören bir mezarın
üzerine kapanarak
uyumayı isteme günü...

Bugün kapanmayan gözleri kapama günü
yavaşca
kendi ellerimle...

Bugün ılık yanakların hafifçe soğuduğu
hayatın dudakları terkedip
usulca morarttığı
Azrail'i görseydim
o orakla onun kalbini ben kendi ellerimle sökerdim günü.

Bugün 13 o kadar bitkinim ki Ekim...

Bugün sen yine yoksun.
Zaten bugün sen 5 yıldır yoksun.
Bugün olmasa ne olur
Sen tam 5 yıldır yoksun.

Bugün yine seni her gün olduğu gibi çok özledim günü
Bugün her yıl olduğu gibi diğer günlerden daha da çok özledim seni günü.

Bugün keşke olsaydın günü.
Keşke ben ölseydim, yemin ediyorum umrumda bile olmazdı günü.

Bugün biraz bencilce olsa da keşke sen beni gömseydin günü.

13 Ekim,
öl fiil kökü üzerinde
kelime türetmeye
korktuğum gün.

13 Ekim 2006 kadar olmasa da
takvime koyması keşke unutulsaydı günü.

Bugün 13 Ekim,
Sen'siz 5. yılın dolduğu gün

ve ben çok ama çok acı çekiyorum.
ve ben ama çok ama özlüyorum.
ama ben ve çok ve daha da seni çok her geçen gün seviyorum.

Karşımdaki resmine gözlerimi kaldırıp
bakamadığım bir 13 Ekim bugün.

Ne olur geri gel...
Lütfen...
Ne olursa olsun
geri gel...

1 dakikalığına da olsa...
Babaanne,
beni kırmazsın sen,
lütfen. 

Dörtleri Beş yap


Aşağıdaki şiiri geçen sene bugün yazmıştım... Gözüm kararmış, elim yanı sıra kalbim titrerken... Kalbim titreye titreye ağlarken... Seneler geçse de, yazdıklarımın geçerliliği geçmiyor. Böyle de olması gerekirdi. Babaannem'e yazdığım bir şiir zamanı, zamanın tüm silahlarını yok edebilmeliydi, yenebilmeliydi...

Şimdi bu şiirdeki gördüğüm tüm 4'leri 5 yapıyorum. Seneye ne yazık ki 6 olacak. 7 olmasını da engelleyemeyeceğim... 8 olduğunda da ağlayacağım salya sümük... 9 olmasını engelleyebilececk bir güç de yok. Çift basamaklı sayıların eziciliği de gelecek. Ama şiir kalacak... Ben kalacağım, ta ki tuttuğum nefesi bırakana kadar havaya, sana...

Ne güzel kadındın sen Babaanne...

Seni seviyorum, en Son Nefes Sızısı'nda...

Sızısı temmuzdan başlayan bir acıyla düşersin aklıma

Senelik ölümümün gerisayımının başlangıcında
13’ünden 13’üne 3 ay boyunca.

Bir sigara dumanı
ağıtı bu.

bir parça toprağın odamdaki
hareketlenir her sene doğumumda,
ölümünle durur
ölümüm olur.

Ben her sene 3 ay yaşarım
Doğumumdan ölümüne.

hani…
sessizlilte
bir nefesle
çıtır çıtır yanar ya sigaranın kağıdı,
o misal yanarım.
3 ay her gece
ve her gündüz
ve bir de her saniye.

aklımda tek kelime
özlediğim.
Havaya değil
ama
sana söylemeli bir kelime,
dünyadaki en güzel hecelerle…

yerçekimli bir dünyada
ayakları yere basmayan,
uzaydan daha geniş,
havadan daha saydam
bir sevgiyle
ve melodik bir sevgiyle hem de
ve çok
ve uçsuz
hem de bucaksız
çığlık çığlığa
ama nefessiz bir çığlıkla
karanlığına daldığım
gecenin koynunda
sabahlara kadar sevdim seni.

4 yıl evveldi
Öldün.
Son dokunduğum sana
ve
son aldığım nefes de
aynı zamana denk gelir.

Bilir misin
4 yıldır tutuyorum nefesimi.
bırakınca
sana düşeceğim.

ben 3 ay gözyaşlarımla
susuz kalırım her sene
kuruluktan çatlamış dudaklarımda
tek nefes,
birleşik bir kelime…

babanne.










8.10.2011

Tekrardan Tekrarla


Bir garip böyle, hayat
böyle bir ilginç
şaşırtmalı falan.

keyfi gelirse biraz da filan.

biraz şaşırtmacalı
ama mutlu hayat
elinden geldiğince de rahat

ah
senin ufak bir gülümsemen kadar
tasasız
ve umarsız da olabilseydi hayat...
derken
düşüncemden yüzüme yağdın
yığınla gülümseme olarak.

gözlerimin içindeki parıltıda kaldın
ağzımdan döküldü ismin.

ismin diyorum,
ismini benim kadar güzel kimse söyleyemez.

çünkü güzel kadın
adının dudaklarımdan dökülmesi
hoşuma gidiyor.

varoluşunla
varolmak gibi

tekrarla, tekrardan, tekrarla...

7.10.2011

eşitiz

madem eşitiz,
üşüyorum güzelim
ceketini koy omzuma
bir sürpriz yap bana,
el ele tutuşumuzun
26. gün dönümünü unutma.
babamdan iste beni,
bana bak bir ömür boyunca.

madem eşitiz,
evime kadar bırak beni, korkarım.
mangalı sen yak,
salatayı ben yaparım.
şu iki poşeti de sen taşı,
hele aç bakayım şu kapıyı,
kaprisime katlan, yersin afray tafrayı.

öncelikte gözüm yok,
çocukları anlarım da
sen niye benden önemlisin?
varsa tehlike işin ucunda
benden evvel gidemezsin.

madem eşitiz,
bu sefer hesabı sen verirsin,
işine gelmezse
nafakayı silersin.

Rönesans


Karanlık içinden
hem de sonsuz ve kuytu
biraz da çekingen bir karanlığın.
Işığa gel,
ve yavaçca çek beni de...

Sonra sadece ol.
Sessiz bir saniyeden
Rönesans bir gülümsemeye kadar
sadece ol.

biraz da dik gözlerini
biraz alevli,
bir parça da ateşli...
Huzurlu bir tutkuyla
Önce ol, sonra bak.

Öyle ki
ya sev beni
ya da
öl!

4.10.2011

var-dı

beyazdı karanlık
bir keresinde,
ses gitti,
yankı kaldı öylesine.

içi boş harfler vardı,
bir araya gelmeye çalışıp,
hiçbir şey yapamamış
insan sürüleri vardı.
göz sürmeleri vardı
kalem siyahtı,
mürekkep akmadı
hayat ziyandı,
zaman akmadı,
feryat figandı,
duyan olmadı.

sigara tutuştu
damarlar kedi gibi uyuştu,
bir seferinde
beyazdı karanlık,
ince ince işlenmişti
uzayın derinliğine..
kayıp şehirler vardı
kayıp düşenlerle dolu.
zihinleri yandı.

içi boş harfler vardı.
toplandılar,
içi boş insanları anlattılar.

her dedikleri doğruydu
kelimesi kelimesine..

3.10.2011

Sen tam bana göresin


Sen tam bana göresin.
Gülüşün bana göre;
Yumuşacık, hayat dolu
dudakların da...

Sonsuza doğru akan
bakışlarınla
ve
usulca
"ya sev beni
ya da öl" dediğimde
yüzümü ateşlere atar gibi
minik iki güzel avucunun
içine almanla...

Sen tam bana göresin
Tutku kitabının
Tek sayfaya yazılmış
en kalın kitabı kadar
net!

Sen tam bana göresin,
Çünkü öylesin.

ve Sen tam bana göresin;
biliyorum sonum ne olacak
ve korkmuyorum ki sen tam bana göresin.
Zamanlaman bana göre.

Hazırım biliyorum,
tenine,
tinine...

Çünkü
Sen tam bana göresin.

ya sev beni ya da öl

Aşk de ya da sevgi... Anlatılmaz olan dersin belki de... İnsanın hissettiğini ifade etmek için bulduğu başka bir sözcük dökülsün ya da dudaklarından istemsizce. Belki de istenç ile.

Bir şey var ki, gerçekten o duyguyu "saf" hissediyorsan; hatta şu şekilde ifade etmeme izin verin "safkan formunu" hissediyorsan o duygunun... Dikkat edersen safkan diyorum. Daha nasıl özüne inebilirim ki...

Hah işte öyle isen, ki öyle derken hadi aşık isen diyelim çünkü Aşık benim soyadım ve soyadımı seviyorum her neyse, yani Aşık isen; yapmayacağın tek şey arabeske bağlayıp "sen mutlu ol bana yeter" kalıbını söylemektir otomatik portakalmışcasına... O duyguya en yakın, en safkan haliyle yaşayan insan, gerçekten yaşayan insan diyorum yani, içindeki "ben" duygusundan o kadar kolay arınamaz. Karşısındakine belki her şeyi hissetmiş ama asla tutku hissedememişlerin kendileri başta olmak üzere bulundukları yerden üç kilometre yarıçapındaki alanda bulunanları kandırmalarından başka bir şey değildir. Bunu diyebilen insan, karşısındakine ne kadar tutkuya dair kelimeler sarfetsin, ona tutku duymuyordur. Tutku duyduğun O gelince anlarsın zira. Tutku bambaşka. Belki hissettiklerini bir üst seviyeye çıkaran bir karıştırıcı, kışkırtıcı...

İşte gerçekten hisseden, tutunan, deliren, tutkudan ruhunun en gidilemez yerleri her lahzada son bilmeksizin yanan insan ise bencildir bir büyükcene parça. Kendi sevdiği gibi ister karşısındakinin de kendisini sevmesini. Çünkü bilir ne denli sever, ne denli tutku doludur, sevmekle parçalamak arasındaki ipince çizgi valsindedir ve bu valsi yaparken saniyeler çeşitli yüzyıllarla eş değer uzunluktalardır. O, tutkuyla kıskanır, bu yüzden rahatsız edici, mantıksız kıskançlıklar yapmaz. Sıkıcı kıskançlık takıntılı ve kendine güvenmezlerin işidir. Tutkunun kıskançlığı ise sevdiğinin kendi yanında olmadığı her saniye alev alevdir. Sevdiği tek başına bile olsa başka yerdeyse tutkunun kıskançlık kitabı açılır, her satır defalarca okunur. Zaten tutkunun kıskançlık kitabı kalıncadır ama tek bir cümle yazar: "Seni yanımda istiyorum." Tek bir sayfaya neredeyse kanla yazılan tek br cümlenin en kalın olduğu kitap tutkunun kıskançlığıdır.

Böyle insan tutkuyla sever.

Ve bir saniye için bile olsa karşısındakinin böyle olmadığını düşündüğünde... "Sen mutlu ol", "sana bundan sonraki hayatında bensiz olsan da mutluluk diliyorum" demez, diyemez. Diyebiliyorsa zaten ayrı olmaları gerekir. Tutku yoktur zira ortada. Bu ve türevi iyi dilek lunaparkları ancak tutku içeren bir aşkı saf olarak hissetmeyenlerin parkıdır.

Tutkusuz aşk yarımdır da...

Gerçekten tutkuyla baktığının kendisinden uzağa gitme ihtimalini ise bir saniye dahi düşünse insan; en derininden, tüm içinden gelen ve asla durduramayacağı ve zaten durdurmak istemeyeceği bir cümle gelir. Çenenin neredeyse elmacık kemikleri ile vuslata ereceği bir diş sıkma töreninin arasından usulca tıslar... Nefrete bir adım kala... Ama tutkuyla...

ya sev beni
ya da öl!

1.10.2011

Yağmur Ninnisinde Beşik Şiirleri


birden,
durup dururken,
hiçbir yerden
ama hiç olmayan hiçbir yerden
gecenin ortasında bir hiçbir yerden hem de
yağmur başladı.
gözlerimdeki sertlik de
o yağmurla
yavaşladı.

yağmura direnemeyen yeryüzüne döndü
alt yüzüm.

tek sözüm,
kelimesiz
ve gecenin içine
nefes almadan
en sessizinden haykırmalı
harfsiz çözüm.

sonrası
jülyen kesilmiş
10 gram
ölüm.

Kırmızı Şarap

Kan kırmızı sarhoştuk
mum ışığında,
gözlerin karanlıktı
ve karanlık
ilk defa,
ışıldamıştı usulca.

sonra
bir parça seviştik elbet
zaten sevişmemek
o ışıldayan karanlığa
ihanet.