19.04.2012

konuşma


çok huzurlu bir yağmur sesinden
bahsediyoruz.

sessiziz.
bir susma mesafesi kadar da
uzağız birbirimizden.

yaklaşsan,
yağmurun kokusu aramızda dururken
oturup kelimeler değişsek seninle...




11.04.2012

imzasız on üç satır


tenine yazı yazasım geldi,
kaleme ihtiyacım yok.

gerçi şu an tenin de yok.

tenin yanımda olsaydı,
birbirimize dolanık,
hafızalar bulanık
yatakla karışık.

sadece bakarak on iki satır yazardım tenine,
on üçüncü satırı imzalardım da hem,

hem
sürekli dokunmasak da olurdu.

yalnız
en azından bakışarak sevişseydik. 

7.04.2012

Azrail'in yüzü beyaz


Beyaz'dan tiksiniyorum...

Ne kadar riyakar beyaz oysa, insanların onu özdeşleştirdikleri saflıktan çok uzakta. İçten pazarlıklı gibi hep. En ufak bir hatayı gün yüzüne çıkartmaya ne kadar da meraklı. Yarı yolda seni terkedeceğine emin ola ola aşık olunan sevgili gibi beyaz. İçten içe nefret ettiğin ama her yolunun ona çıktığı, her zor anında ona koştuğun. Saplantılı, kurtulabilsen daha özgür olacağın bir saçmalık beyaz. Ama kurtulursan yok olacağını sanıp korktuğun...

Her türlü güzellik beyaza endekslenmiş... Tiksindirici bir his oluşturuyor bu midemde. Gerçi benim midem de hassas. Ama ne kadar da iki yüzlü beyaz.

Siyah onun yanında hep mazlum. Toplumdan itilmiş bir yabancı siyah. Ürküldüğü için olsa gerek hep kötülenmiş gibi. Seneler evvel Paulo Coelho'nun Simyacı'sını okuduğum zamanlardan aklımda kalan tek belirgin bir şey var. Çölde yolculuğa çıkacak adama "Deveni sat, bir at al. Develer bir anda ölürler, hiçbir hastalık belirtisi göstermeden. Oysa at, ölmesinden bir süre önce hastalık belirtileri gösterir ve önlemini alabilirsin." diye bir tavsiye...

İşte beyaz bir deve, siyah ise simsiyah bir at en güzelinden.

Gündüz beyaz, gece ise siyah. Gündüz dikkat dağıtmak için en ufak fırsatı kaçırmazken gece insanı odaklar. Gece insan güdülenmesinin baş aktörüdür.

Üstünde çok güzel dururken en ufak bir lekede tamamen seni rezil ederek yarı yolda bırakır beyaz. Siyah ise önlemini alana kadar seni idare eder aynısından bir durumda.

Siyah beyaz fotoğraflarda siyah yine kendiyken beyaz her türlü diğer rengi en emperyalist haliyle sömürür, kullanır ve atar; tıpkı bir Afrika ülkesiymişcesine. Burada Afrika'nın Kara Kıta olmasının ironisi  ise saçma bir acı verir. 

Korkuyoruz siyahtan hep beraber. Ölümden tut her felakete kadar siyah bizde. 1929'un Ekiminde Wall Street'in çökmesi mesela "Black Tuesday"... Bak sen! Kötüler her filmde karanlık şatolarında karanlıklar lordu...

Beyaz eğer matah bir bok olsa WASP denen grup adam gibi adam olurdu zaten. Sırf buradan bile anlaşılabilir beyazın iğrençliği.

Beyaz olmadığı gibi görünen, göründüğü gibi olmayan, herkesi tersine inandıran bir yalancı esasında. Ama yalan her zaman daha kolay sığınmaya. Sıradan insanları kandırıp siyah ile korkutan yine beyaz. Tüm hikayelerde her öcü siyahtır ve karanlıktan gelir. Hikayeler eroindir insan beynine. Bak aslında yine beyaz... Bembeyaz hem de. Ben mesela beyazdan bu nedenle korkarım, uyuşturucudur, büyük bir yalandır beyaz. "Omnes vulnerant, ultima necat" değil aslında "Omnes vulnerant, Album necat" ve hatta "Album aeternalitel tormenta"...

O yüzden hep gece bitip siyah çekilirken gidiyorum yatağa...

Siyah ile korkutuluruz.... Hep çekinilen karanlıktır.

Beyaz ölüm diye bir kalıp varken siyah ölüm yoktur mesela. Siyah hep ölümle, matemle özdeşleştirilir. Fakat Azrail'in cübbesi siyahtır sadece, yüzü ise saf beyazdan bir ölüm...

En güzel ölüm gecede olsa bile ölümün yüzü yine de mide bulandırıcı bir beyazdır...