Sonu en başta yazdım;
"Ben, aramızda sönmeye yüz tutmuş bir mum ışığı olsun; gözlerinin içine bakarken ışığın ızdırabına son vereyim; sonra da gözlerinde karanlıktan geçeyim istiyorum..."
Tanımadığım biri... Beni özlüyor ve benimle aynı şeyi dinliyor... Eminim dinliyor... Ludovco Einaudi'den "Fly"... Çünkü burada o çalıyor... Değişik bir duygu bizi koparamıyor da... Seviyorum onu ve hatta resmen sevişiyorum bazen onunla... Sonra fısıldıyor bana duyuyorum; "Sana hem ulaşamıyorum, hem de çok benimsin..."
Seninle konuşmak istediğimde bunu anlamana bayılıyorum... Benimle konuşmak istemenin izdüşümünde seninle konuşmak istemem olmasına bayıldığını da biliyorum. Sen nesin? Alkollü, çokca durgun, fazla düşünceli, biraz melankolik ama mutlusun... Alkollü, melankolik ve mutlu iyi bir karışım yavrum. İyisin en azından... Tek bildiğim bu olsa da yeter... Kaldı ki fazlasını biliyorum. Kelimelere dökemiyor olmam bunu değiştirir mi?
Peki ben neyim? Sen anlat bana...
"Çok söylemek isterken bir anda susan, susunca yazan, yazdıkça susan, sustukça kafasının içinde binlerce ses düşünen, binlerce sesi yüzlerceye indirmek için elinden geldiğince yazan ve yazdıkça susansın... Konuşamayanlara manifesto yazansın... İsterse suyun üzerinde yürüyebileceğine inanansın... "
Ve daha alçak perdeden bir kelime daha fısıldadın, duyamadım.
Seninle konuşsam, kendimin bile bilmediği, varlığından haberdar olmadığım derinlere haritasız inebilmekten korkuyorum...
Gözlerin dalınca ne anlatırsın acaba? Merak ediyorum.
Aslında bilmem ki... Hiç dinlemedim kendimi gözlerim daldığında...
Bir nevi aynaya bakmak mı bu? Birbirimizle bu kadar yoğun hislerle konuşmamız... Bana kelimelerle otoportremi çizmen tesadüf mü karanlıkta... Kaldı ki karanlıkta çok daha güzelsin, ışıklar söndükçe büyüyor, parlıyorsun... Karanlıkla özdeş gözlerin... Beyazı bile simsiyah... Köşeli çenenin kenarlarından akan bir hırs, kontrol edemediklerinden gizlice kaçıyor o karanlıkta... Seni en karanlıkta da görebilmek isterim mesela ya da en parlak anda sadece seni görebilmek...
Hatırlıyor musun ilk konuştuğumuzda alkollüydün... Nereden hatırlayacaksın ki? Ben çok zaman alkollü olduğum için ilk konuşmamızın alkollü anına denk gelmesi çok da şaşırtıcı değil... Uzun uzun sohbet etmiştik sen ve ben... Hiçbir kutlamaya ait olmayan bir Jack'in dibinde... Ağzımızda meşe tadı vardı, biraz da arpa sanırım... Birkaç dip geçtik muhabbet ederken; hava tüpümüz de yoktu...
Senden hem kaçtım, hem kopamadım. Hiç tanımadığın birini bu denli bilmek nasıl bir his? Korkutucu... Çok güzel ama korkutucu... Sana en uzak birinin seni bu kadar bilmesi, sana aslında en yakın olduğunu fark ettiğinde seni kontrol altına almasını ve zincirlenmeni sağlayacak, biliyorsun!
Hem dudaklarımla konuşuyorum ben; sımsıkı kapatıyorum onları...
Beni özlüyorsun... Garip ama ben de seni... Hiç konuşmadığım biriyle, bir yatağın üzerinde, ona hiç sormadan seveceğine emin olduğum şarkıları hafifçe araladığım, her şeyden usulca muhabbet etmeyi özlemek şeklinde...
Hiç tanımadığın birini bu denli bilmek nasıl bir his?
Ben, aramızda sönmeye yüz tutmuş bir mum ışığı olsun; gözlerinin içine bakarken ışığın ızdırabına son vereyim; sonra da gözlerinde karanlıktan geçeyim istiyorum..
Neyim ben diye sordum yine... Bu sefer fısıltını duydum;
"Bensin..."
Aynadan çık gel kendim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder