yine yılın en hüzünlü ayındayız; ekim...
yine gözlerim doluyor apansız, yine durup duruken dalıp gitmeler toprağın altına...
yine son 3 yıldır aynı olan hüzün, çok ama çok fazla bir hüzün.
ve bir menekşe. insana mutluluk veriyor o menekşe...
bir Babaanne'm vardı, 3 yıl öncesine kadar olduğunu fiziksel olarak hissedebildiğim bir Babaanne idi o. çok çok özeldi. inanır mısın, sıcacıktı elleri her daim. kolları bir kavradı mı sen O'nu bırakmak istemezdin... çok da güzel Güler'di hani. gülümsemesi bile sıcacık derler ya o misal işte. metaforik de değil üstelik, gerçekten sıcacıktı gülümsemesi.
küçüktüm, evdeki anne disiplininden kaçar giderdim özgür Babaanne diyarına. öyle ya, ödev yapmak yoktu orada, odamı toplamak da. üstüne dağıtma özgürlüğüm de vardı. koşabiliyordum da evin içerisinde durmadan; alt komşuya ses gidecekse Babaanne'me ne? ben eğleniyordum O'na yetiyordu. cumaları iple çekip pazarları tüm gücümle itiyordum. özgürlüğümün sınırları bu iki gün arasındaydı işte, cuma akşamüstü başlayıp pazar öğleden sonra bitiyordu.
velhasıl kelam, büyüdüm ama özgürlük yine de Babaanne demekti benim için. O'nun yanında rahattı her şey. yasak yoktu, ayıp yoktu, kendini kontrol yoktu, bir sürü şey yoktu işte ama var olanlar yetiyordu. sonsuz tolerans, sımsıcak bir çift kol, dünya'nın en güzel gülümsemesi ve limitsiz bir sevgi... O varken ağır gelmeyen bir sevgi...
bir gün, ki o bir gün 3 sene önce bu zamanlara tekabül eder, 13 ekim 2006 iken O olmadı bir anda. bir gün var bir gün yok işte insanoğlu kuş misali bile değil; saniye misali. bir var bir yok, evet tam anlamı ile bir sanniye misali. her ölüm gibi bu da erken geride kalanları için. O olmadığı anda, bu yeryüzünde O yokken ağır geldi o sevgi; ruhumu çok küçük parçalara ayıracak kadar ağır geldi; ezildim altında... bir mezar kazılmıştı, içine soktular beni. yukarıdan bembeyaz bir örtüye sarılı ağırca bir şey verdiler. zemine koydum. O'na en son dokunduğum an da oydu... sonra tırmadım o mezarın dışına, elime bir de kürek tutuşturdular. ben yavaşça bir kürek toprak bıraktım. incinsin istemezdim elbet. ama adetler varmış, gelenekler. herkes bir kürek toprak atmalıymış öyle dediler. elimden aldılar küreği. herkes birbiri ile yarışıyordu kürek için ama hiç biri benim gibi nazikçe atmadı toprağı. hunharca, alelacele son bir zorunluluğu yerine getirmekteydi herkes. ben öyle olsun istemedim halbuki. tüm zamanımı orada harcayabilirdim dünya'nın en son saniyesine kadar. yavaşça bırakarak o toprağı o bembeyaz örtünün üzerine. neyse işte, sonra dolduruldu o çukur, içinde kayboldu beyaz kefen. o kefenin son parçalarını toprağın altında gördüğüm saniye capcanlı zihnimde. bir saniye önce var. sonra bir kürek toprak ve tamamen yok... insanoğlu işte, bir saniye misali... ben kapanmıştım o toprağın üzerine. nafile gözyaşlarım ilk suyuydu toprağının... bodrum'da denize nazır yatıyor şimdi Babaanne'm. mezarından aldığım bir parça toprak da başucumda duruyor.
3 yıldır her gün O'nun sevgisinin altında ezildi ruhum. geçen her bir saniye ezdi beni... her fırsatını bulduğunda beni bodrum'a götürdü ayaklarım. O'nunla yitip giden özgürlüğümün peşinden gider gibi her fırsatta yanına gittim. bir mezar insana kendisini ne kadar özgür hissettirebiliyor bilemezsin. hem de kendine ait olmayan bir mezar. o kadar hüzünlü bir özgürlük ki hem de değme ölümde yok o hüzün.
3 yıl sonra bugün, ilk kez bir nebze hafifledi gönlümdeki bu sızı. çok çok küçük bir parça ayaklandı ruhum. bir menekşe sağladı bunu. evime giren bir menekşe bir nebze ışık getirdi kendisi ile. Babaannem'in boy boy menekşeleri vardı ölmezden önce. balkonunda, salonunda hep sıra sıra idi. özenle bakardı onlara. işte ben de bir menekşe aldım. çok çok minik bir parça özgürlük işte. bir menekşe insana huzur verir mi? tek bir saksı menekşe. mor mor çiçekleri var üzerinde. Güler gibiler bana... gülümsediklerine eminim.
3 yıl sonra bir menekşe ile çok küçük bir parça özgürlük buldu ruhum. menekşe'nin adını ise Güler koydum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder