20.01.2011

konuşamayanların manifestosu

bir kere sustun mu işin zor arkadaş... bir kere sustun mu susmak zorundasındır çünkü hep. domino taşlarının yıkılması gibidir susmak. bir kez susarsın ve aslında ömür boyu susmaya kelepçelersin kendini.

sustukça susasın gelir. daha da susarsın... şarkının dediği gibi sustukların büyür içinde. ama patlayıp dışarı çıkmaz. çıkamaz. dedim ya susmaya kölesindir artık. kelimeler dilinden geçmez, gönlünden geçer artık. sustukça içinde büyüyenler ağır gelmeye başlar. geldikçe bir şekilde atman gerekir yoksa ölürsün. işte susanın kalemle sevdası burada başlar. konuşamıyordur, susmaya köledir ama susmaya boyun da eğemiyordur bir türlü.

işte o an, bok gibi hayatının ortasına inen melek misali kağıda, tüm sustuklarını parçalaman için gelmişcesine de kaleme sarılırsın. susarsın, sustukça susasın gelir önce. sonra ağırlaşır görüntüler, etrafında olup bitenler yavaş çekime gibi gelir sana, sen yavaş çekimde hareket edersin ama dışarıdaki dünya son hız devam etmektedir. işte tam o anda bunu farkedebilirsen kurtulma şansın var. edemezsen geçmiş olsun.

edersen kaleme tutunursun, kağıda sarılırsın. kusarcasına bir yazmak gelir. yazarsın, sessizliğini dengeleyen bir uyuşturucu gibidir yazmak. önce parmak uçlarını uyuşturur ve parmaklarını alır. sonra bileklerine yayılır. içinde hastalık gibi dirseklerine ilerlerken karşı koyamazsın. yapabileceğin tek şey teslim olmakır. böylece omuzlarına kadar seni içine alır yazmak uyuşturucusu. boynunu ele geçirir. çenenden kafatasına, oradan beynine. beynine girdi mi tüm vücudunu ele geçirir. artık urtuluşun yoktur. susmaya köleliğini yazmaya kölelik ile değiştirirsin. adil bir takastır bu. ama hala kölesindir. sadece daha şefkatli ve anlayışlı bir efendiye kavuşmuşsundur. seni ara ara kendine bırakmaya meyilli bir efendi...

uyuşturucunun evreleri nasıldır bilir misin? önce kullandığında uçar dağılırsın. uyuşturucuyu aldığın an tüm gerçeklikten kaçar gidersin. ama zamanla doyum noktasına ulaşıp da vücudun bağışıklığını kaybedince işler tersine döner. bu sefer uyuşturucu olmadan dağılır gidersin. ve uyuşturucuyu aldığın anda gerçekleri tüm çirkinlik ve çıplaklığı ile görürsün.

o çirkin ve çıplak halinde gerçek, 50 yaşlarında balık etliden hallice daha doymamış bir kadına benzer. sarkık etleri ve selülitleri ile, pörsümüşlüğü ile seni duvara çarpar. kusmak istersin. işte burada uyuşturucu yazmaksa kusmak da yazmaktır. kalemle kağıda kusarsın yazmak bağımlılığının son etkisi olarak.

son kertede bağımlı, bir müptela olarak yazdıkça yazasın gelir. yetmez daha da yazasın gelir ama yazmak da öyle kolay değildir ha. nasıl her uyuşturucu kullanayım dediğin an kullanamıyorsun. önce malı bulman sonra ortamı bulman ve en son da damarı bulman gerekir; o misal önce yazmanın içine doğması gerek, sonra kelimeleri bulmak ve sonra da yine damarı bulmak gerekir.

en nihayetinde sustukça yazasın gelir. yazanlar konuşabilenler değildir. çaresizce, umutsuzca sessizliklerini delmeye çalışıp da beceremeyenlerdir. o sessizlik incelse de delinmez asla.

bir kere susmaya, sonra bir kere yazmaya başlamışsındır. artık çıkış yoktur. çok ama çok güzel bir insan "kırılmış bir kalbin, umutsuz bir yaşama karşı hissedebileceklerini tahmin etmek çok da zor değildir çünkü insanoğlu yazmayı icat etmiştir." demişti bir keresinde. işte konuşamayanların manifestosudur bu iki satırlık.

bir süre sonra susmak ve sonrasında yazmak, kendin gibi susabilenleri buldukça daha güzel gelir konuşmaktan. "sussam gönül razı değil, konuşsam faydası yok" dersin. sonra düşünürsün, o halde öylesine yazılmış şiirlerin öylesine yazılmış mısralarında faydası yok ise de kelimelerin yazmaya başlarsın. öyle bir yerdesindir ki ne susmaya ne konuşmaya daha fazla takatin kalmamıştır.

sustukça yazasın gelir, yazarsın çaresizce.

yazdıkça susasın gelir...

Hiç yorum yok: