4.08.2009

giden bir babaanne'nin ardından...

Ciğerlerim sessizce dışarı süzüldü yine uçaktan indiğimde... Bodrum'a ayak basar basmaz... 2 senedir her an, her saniye nüksedebilen bir acı ve ne zaman dışarı çıkabilecegi belli olmayan bir sessiz çığlık... ve bu çığlıkla dışarı süzülen ciğerlerim... Hiç ama hiçbir şekilde azalmayan bir acı bu. Azalmaması da gerekir. Acı ne kadar taze ise bağ o kadar kuvvetli... İster istemez vücudumu sarsan bu acıya teslim olup onunla yaşamayı öğrenmek, acıyı unutmaya çalışmaktansa daha değerli bir hareket.

2 sene önce bu günleri hatırlıyorum. Saniye saniye yeniden hatırlıyorum. Babamla konuştuğumda bana fütursuzca yalan söylemişti "Bir şey yok oğlum gel kendin görürsün." diyerek. Gittim ve gördüm... Morgu gördüm, soğuğu gördüm, o ana kadar hiç karşılaşmamış olduğum acıyı gördüm. Sessizce boğazım yırtılana kadar bağırabilmeyi öğrendim hiç istemediğim halde... Derince kazılan bir mezarı gördüm sonra, sonra içine girdim... Ağırca ama cansız bir bedeni tutup içine koydum. Ruhumun da bir parçasını koparıp yanına iliştirmeyi ihmal etmedim. O cansız bedeni oraya tek başına koymaya gönlüm razı gelmedi çünkü... Bedenim çıktı çukurdan. Mekanik hareketler silsilesi içerisinde eline aldı küreği... ve dünyayı üzerine kapadı bedenin... ve bedene sarılı kendi ruhunun. Başkasının bedenine kendi ruhunu sarmak mümkün müydü? Mümkünmüş işte.

Çünkü o beden bir zamanlar sımsıcaktı... Şimdiki gibi soğuk değil. O bedenin elleri vardı ruhumu ısıtan, o bedenin kıpkırmızı yanakları vardı öpmeye kıyamadığım. O bedenin atan bir kalbi vardı beni çok seven. O bedenin de bir ruhu vardı... Şimdi ise yok... Kanlı canlıydı, şimdi soğuk, kim bilir toprağın altında ne halde...

Bir zamanlar o bedenin yaşadığı yerdeyim şimdi... Güneş batıyor batı'da. Doğuda ise apaydınlık bir ay. Batan güneş onun solan ruhu, doğan ay ise anılar gibi. Ama unutmuyorum hiç ki en aydınlık gece bile gündüzün sadece ama sadece soluk bir kopyası. Olmuyor ama sarılamıyorum hatıralara. Sanki zaman durmuş da ben hareket ediyormuşumcasına sakin bir Turgutreis akşamüstü bu. Zaman katılaşmış, hava ağırlaşmış. sadece ben hareket ediyorum. Rüzgar bile yorulmuş. Evin her köşesine sinmiş anılar. Bahçeye taşmış. Sarılmaya çalışıyorum ama olmuyor işte. Anılar soyut ve soluk. O beden gerçekti işte. Hareket ediyordu. Gülümsüyordu. şakalaşıyordu. Sımsıcak sarılıyordu... Güzel kalbi ile sadece beni değil, koskoca bir aileyi ısıtıyordu hem de.

Ölenle ölünmez demeyi marifet sayan bünyelerin anlamadığı bir şey var. İnsan ruhu çok büyük ve sevdikçe de genişliyor gün be gün. O bedenin sahibini o kadar sevdim ki, ruhumun bir parçasını koparıp onunla gömmek koymadı bana. Bana koyan O'nsuzluk. Vaktinden önce O'nsuz kalmak. İşte bu acıtan beni... Dışa vurulacak çok şey var ama içimde patlıyor hep durmadan... Kelimeler ağır çünkü, çünkü o kelimeler de biliyorlar ; yetersizler...

Bugün önemli bir gün... 2 sene önce bugün nefes almayı kesti o beden. 2 sene önce bugün ilk defa hayat şaka gibi geldi. 2 sene önce bugün kara bir gün bana... Kelimelerimi donuklaştıran, beynimi sarsan, ruhumu soğutan bir gün bugün...

2 sene önce ruhumun bir parçasını cansız bir bedenle gömdüğüm gün...

O cansız bedenin babannem olduğu gün...

2 sene önce bugün...

Babannemin öldüğü gün...

ve kapanır perde...

Dipnot: Bu yazı 13 Ekim 2006 tarihinde giden babaanneme, yine 13 Ekim ama bu sefer 2008 yılında yazılmıştır.

Hiç yorum yok: