Tunanın minik diyagonal dalgaları.
Uçuşan yelkovan kuşları,
Tanırım onları.
Nedense alçaktan yavaş uçarlar. Yıldızlar gözükmedi henüz. Hava hafiften esintili.
Acaba meltemli mi?
Tanıyamadım rüzgârı.
Utandım bu yüzden. Henüz üşümüyorum.
Çingene müziği dinliyorum.
Bir puro içimi oyalanıyorum.
Geceyi bekliyor, hülyalanıyorum.
Nasıl ki Bükreş cennet hayatı sürdüğümüz, ekmeğimizin başşehri,
Bu nehir de öyle. Gözbebeğimizin nehri.
Daha sayamadım. Karpat Dağları var, kayalarında kurt, doruklarında kartal olduğumuz.
Etrafında dolanıp ıskaladığı
Eflak Boğdan’ı var, Çadır kurduğumuz kırları var boydan boya suladığı.
Şarapları var tadına doyulmaz. İçeni azdıran,
Deli dolu şeyler yazdıran.
İşte ben de yazıyorum. Acep olacak mı?
İçimdeki cevher akacak mecra bulacak mı?
İşin özü mü?
Doğrusu ağır bir denklem çözümü.
Bilemiyorum.
Öyle şeyler var ki içimde, silmek istiyorum da, silemiyorum.
Ey TUNA. Neren durgun senin? Kim duymuş akmam dediğini.
Akmasan kim taşıyacak, ileriye doğru umutlarımı.
Umutlarım olmasa kim yaşayacak başka dertler için benim yerime?
Etrafımızı yıkmadıysak,
Bu güne kadar kimseyi yakmadıysak,
Gücümüzün yetmediğinden, aklımızın yatmadığından değildi.
Biz söz vermiştik bir kere, bizden zarar gelmeyecekti.
Varsın kimse bizi iyi bilmesindi.
Yeter ki namımız düvelde böyle anılsındı.
Ben şimdi deltanın hemen gerisinde,
Sondan bir önceki şehrinin berisinde,
Düşünürken, senin taa nerelerden,
Ülkeleri sayarak, Kayalardan kayarak
Kopup geldiğini.
Sen var mısın yokmusun, Senden haberi bile olmayan birisi, hatta ikisi ve hatta sığır sürüsü, Nereden bilecek senin neler görüp neler bildiğini.
Özgürce akabilmek, Karadeniz'e bakabilmek için kaç dere çoğalıp, kaç dere öldüğünü,
Kaç şehri kaç ülkeyi ortadan böldüğünü.
Hâlbuki bu olay ne de kolay görünüyor. Hayatında hiç akmamış,
Yatırıp da ufuklara buğulu gözlerini hiç bakmamışlar için.
Biz yine de onların adına, kılımızı kıpırdattığımız,
Yüreğimizi hoplattığımızda.
Bizim içimize inme inerken, ölümlerden dönerken.
Ne zor geliyor insana, onların velvele koparması..
Ciğeri beş para edenlerin en ufak bir esintiyi fırtına sanması..
Bir gün TUNA, inan bana, Eğer sen akamaz, ben sana bakamaz olsam; o birileri hatta ikileri ve hatta sığır sürülerinin varsa yürekleri, bil ki yağ bağlayacak.
Hadi herkesin de hakkını yemeyelim. Bizden yana birileri de elbet...
Üç ülke, iki deniz, dört tel örgü uzakta. Bizim için ağlayacak.
TUNA sen bilmiyorsun. Nehir olduğun, doğduğun yerden bir kibrit çöpü atılsa, kendi haline bırakılsa, benim onu bizim buralardan karşılamam olası.
Şaşılası değil mi?
Hâlbuki ben yapsam aynı eylemi. Senin suyuna karışması ihtimali o kibrit çöpünün; o sürülerin kalplerinin bir başkası için bir kere bile çarpması ihtimalinden daha büyük. İnan daha fazla.
İşte TUNA ben bu gazla,
Yeniden uçmak istiyorum. Bu kinle,
Bu birikimle, koşmak, coşmak istiyorum.
Bıraktım geride ilkokul günlerim gibi, dar günlerimin firarilerini,
Bol günlerimin riyakârlarını, haramilerini.
İçim buruk. Çok şeyler öğrenip, hiçbir şey öğretemedim. Suçum yok, çakılmışlar.
Aynı koordinatta kodlanıp, aynı çayırda otlanıyorlar.
Vaktim yok beklemeye.
Hakkım yok dertlerime dert eklemeye.
Ahval ve şerait böyle TUNA.
Yanlış anlama.
Ben sana yarama tuz basasın diye değil; koskoca bir deresin ya; bir racon kesesin diye geldim.
Şimdi sen dinlemeyecek misin bu deliyi?
Yoksa işine bakacak, sakin sakin taşıyacak mısın bir limandan bir limana şu üzerindeki,
Tomruk taşıyan sarı uzun gemiyi.
Sevdiğini biliyorum TUNA. Ağaçlardan kayını,
Balıklardan yayını...
Çünkü sevgi yoğunlaşmış emektir.
Sevgi emekse eğer, en çok emeğin onlara geçti demektir.
Bir de beni çok sevdin. Bende çok hakkın, hatıraların var.
Hani yıllar önce bir köprünün üstünde, arabadan inip de üstüne işemiştik.
Yol boyu bir bağdan üzüm çalıp yemiştik.
Bir keresinde de mezemiz lahana salatası ve havyar,
Şarabımızın markası Murfatlar idi.
Kıyında tüfek çatmış, etrafı yıkmıştık.
İçtikçe kusmuş, kustukça içmiştik.
Kendimizi Osman Paşa sanmış, sıçtığı taşı minnetle, şükranla anmıştık.
O günler attığımız naralar olmasaydı,
Biraz da yukarıdaki, çoluk çocuğun yüzüne gülmeseydi..
Şimdi sırıttığımıza bakma, Marmara çırası gibi yanmıştık.
Ben şimdi pek inanmam ama,
Bir şey dilesem mi acaba.
Hazır yıldızlar parıldarken, Kıyıların sularınla şarıldarken,
Şu en öndeki, kaymak üzereki yıldıza diktim gözlerimi,
Döktüm son sözlerimi.
Yeniden halayların başına geçip mendil sallayacağım.
Kurtalan Ekspresi'ne binip, ıssız bir istasyonda inip köy çocuklarına gazete yollayacağım.
Serin yayla rüzgârı olup ortalığı yine ben yelleyeceğim.
Dileğim olursa yoldaş TUNA söz, seni kardeşim belleyeceğim...
NAZMİ HASDEMİR
20.07.2003 GALAT-ROMANYA Tuna kıyısında bir akşam