29.12.2009

aşk -3-

Unutulmuş, unutulduğu zannedilmiş nice aşkların ardından yazmak gerekir kimi zaman. Çünkü yazmanın ateşleyicisi, tetikleyicisi olur böyle garip duygular insanda. Nesnellik uçar gider, somut ve yoğun bir kalp ağrısı kalır zamanla. Boş bakışlar, boş laflar ve maalesef bomboş şiirler kalır kimsesiz bir çocuk gibi ortada.

Aşk hakkında yazılmış milyonlarca söz, şiir, hikâye, laf varken üstüne yazmaya çalışmak ise ayrı bir maceradır; kimine göre aptallıktır. Oysaki yazdıkça açılan kalp kapakçıkları, yazdıkça heyecanlanabilen bünyeler hala etkinken bir şeyler karalayabilmek büyük bir erdemdir. İşte yazmanın ve hissetmenin yüceliğinin yegâne sebebi bu yüzdendir.

Uzun yazmak, uzunca anlatmak, ağdalı cümleler kurmak marifet değildir. Marifet; hissettiğini en basit biçimde, en açık şekilde okuyana anlatabilmektir. Okuyanın anlayamadığı duyguyu okuyucudan beklemek düpedüz salaklıktır. Bir şeyler anlatabilmek için ne âlim, ne ermiş olmak gerekir.

Peki, bir şeyleri bildiğini zannedip sadece mutsuz olmanın sebebi nedir? Hala silmekten beter edip resmen kazınan o saçma sapan, hakkından fazla değer verilen insanların olduğu geçmişi hatırlamaya çalışmak nedir? Bu soruların tek bir cevabı vardır, o da sarhoşluktur. Sarhoşluğun bedene, akla ve kalbe olan etkisinin çözümü yoktur. Kendi içinde sorun olan bir cevap ise tam olarak sarhoşluğun bünyeden beklentisidir.

Kırk yılın başında düz yazı yazmaya çalışıp; her şeyi çözmüş, her cehennemden çıkmış olduğu zannedilen bu zatın zaafı olan aşk duygusunun niceliğinden geriye kalan nedir?

Cevabı basittir, gereksiz uzunlukta ve karmaşıklıkta olan sondan bir önceki paragraf.

28.12.2009

hep beraber

hep beraber,
hep beraber koşalım televizyona,

beyinlerimiz tamamen boşalana kadar içine dalalım.

hep beraber aşağılayalım marka amblemi taşımayan gömlekleri,
hep beraber küçümseyici bakış yağmuruna tutalım giyenleri,
yavaşça dönüp tişörtümüzün üzerindeki armaya tutsaklaşırken.

hep beraber yudumlayalım starbucks kahvelerimizi
ve
usulca bir gülümseme ile söylenelim;
"buradan başka yerde bu tat yok ya!" diye.

hep beraber basit bir tabak makarnaya,
pardon, italyanca ismi olan bir makarnaya,
daha doğrusu restaurant mutfağında "oba makarna" olup da,
önümüze alengilli italyan isimlerle gelen makarnaya,
evde yapılsa burun kıvıracağımız makarnaya
bir an dahi tereddüt etmeden 20 tl verelim,
ve işte budur diyelim.

hep beraber en çirkin ayakabıları, botları giyelim,
hep beraber ezelim benliğimizi onlarla...

hep beraber bulamayalım kitap okumaya zaman,
hep beraber meşgulcülük oynayalım,
hep beraber okuyalım gazetelerin magazin eklerini,
hep beraber ekonomiyi araba fiyatları üzerinden değerlendirelim...

hep beraber tüketelim,
ihtiyacımız olmasa da tüketelim.
ben birinde göreyim bir şeyi,
sen bende gör...

hep beraber körlüğümüzün derinlerinde sarhoş olalım,
hep beraber öldürelim kendimizi yavaşça,
her saniye...

hep beraber inanalım indirim yalanlarına,
peşin fiyatına taksitle satalım kendimizi.
hep beraber...

sonra gidip
ayrı ayrı
facebook'ta Ramiz Dayı'ya hayran olalım.

Tuncel Kurtiz,
bıyık altından
gülsün halimize.

21.12.2009

zifiri

zehir...
saatler, saniyeler
zehir

kahır..
günler, geceler
kahır

ağır..
bu yük, bu imtihan
ağır

uzun yazmak da var
uzun yaşamak da,

kısa düşünmek de var
kısa ölmek de..

elimde 24 saat var
24 çiçek var

hepsi ruhsuz
hepsi ölü
hepsi ben...

16.12.2009

belki bir gün

belki bir gün benim için yazarsın
seni kurtarsın diye önce kağıdı güzelce açarsın
o yıllardır hep sakladığın,
kaybolmasın,
kırılmasın diye sakındığın kalemini alırsın eline..
birkaç tane yanlış ve tutarsız satır yazarsın.
soğuk bir su gibi süzülürken duygusuzluk
bütün vücudundan aşağı doğru,
hissizliği hissedersin birden..
böyle yazılamayacağını bilirsin.
kalkarsın masandan
ve o uğurlu kalemini koyarsın güvenli bir yere.
gözlerini kapatırsın ve belki bir rüya görürsün o gece..
rüyanda ben varımdır, ve sen bana koşmak istersin..
yaklaştıkça ben uzakta duruyorumdur sana belki de..
belki de kavuşmanın imkansızlığını anlatır sana bilinçaltın.
belki de asla gerçekleşmeyecek şeyleri görüyosundur ya da
hep aynı rüyayı görüyorsundur aslında.
ateşler içinde uyanırsın belki o gece.
kalemini aramazsın bile...
eline geçen ilk kağıda bir şeyler yazarsın
okuyana çılgınca gelecek
ve bir daha okumaya bile cesaret edemeyeceğin şeyleri yazarsın.
yazdıkça gözlerin dolar, gözlerin doldukça şiddetlenir yazdıkların...
korkunun eşiğini çoktan geçmiş olursun belki.
umudun eşiğini ise çoktan kırmış bitirmiş...
yazdıkların bitmek bilmez, sonunda dayanamazsın.
yüreğin her şeyden ağır gelir ve havasız kalırsın...
pencereye koşarsın delicesine, karanlığa bakarsın.
belki bir yıldız kadar uzaktasın,
ya da ay gibi her sabah gidecek olansın.
kaçmaya çalışırsın gördüklerinden
ve düşündüklerinden...
gözlerin bir kez daha dolar, tekrar yazdıklarına koşarsın..
yazdıklarına sığınmanın tek çare olduğunu anlarsın belki de..
çaresizliğin sınırlarını algılamaya çalışırsın..
yazarsın, yazarsın..
ve bir an yazdıkların sona erer.
sakinleşirsin, yaşlar diner.
yazdıklarına bakarsın,
karamsarlığın, cehennemin dibindedirler.
oysa sen arınmış olursun belki.
hislerin artık katlanılabilir bir şekilde,
yürek ise taşıyabileceğin kadar ağır...
yazdıklarını okumaya kalkarsın,
ve kurduğun hayali dünyanda,
belki bir gün sen de benim için yazarsın..

13.12.2009

Cogen

İçimden geldi...

Bu adamla tanışmamı hatırladım birden... Bir toplantıdan çıkmış iki kelam etmiştik... Sonrasında Nevizade'ye doğru uzamıştık bir grup olarak... Sonrası muhabbet kıyamet zaten...

Rakı sofralarımız az ama özdür beraber, her saniyesinin ayrı hatırı vardır. Bir sene görüşmeyip bir anda muhabbete bıraktığımız yerden sanki daha dün muhabbet etmişcesine devam ederiz...

İkimiz de yazıya aşığızdır aslında. Yazmayınca rahat etmez içimiz. Bir işe başlamadan yazıp içimizdekini akıtır, rahatlar öyle başlarız işimize...

Dostluğun görüşmenin niceliği ile değil, o görüşmelerdeki muhabbetin niteliği ile pekiştiğinin canlı göstergesidir. Kafan sıkılırsa ara dinler... Kafası sıkılırsa arar, dinlersin ama zorunluluktan değil. Bir şekilde dinletir kendisini...

Bir şey yazarım, ararım... Okudun mu derim... Okumuştur... Ne dediğimi de anlamıştır... Dediğimi kelimesi kelimesine kavramıştır. Yazdıklarımdan benim düşünmeyi unuttuklarımı da çıkarır düşündürür...

İyi dosttur vesselam, kendisi ile bir rakı sofrası kurulması gereken insanlardandır. Müptelası olursunuz sonra, alkolik eder adamı rakı sofralarıyla... Bak yine işte, canım rakıdan ziyade kendisi ile bir rakı sofrası çekmekte...


oldum sanmak, olgun sanmak

Genel itibari ile kimse sorsan hayatı yemiş yutmuş, yalamış bitirmiş. Hayatta o kadar çok şey görmüş ki herkes... Bilmedikleri olay, görüşmedikleri insan tipi, uğraşmadıkları olay kalmamış. 20'li yaşlarında sanki hayatın tüm zorluklarına göğüs gerebilmiş gibi tavırlar yağıyor her yandan; midem altüst oluyor.

Ergen de değil bunlar, hani ergenken kimse seni sevmiyordur, "offf çhoq üsgünümh yhaaa"dır, "hayat choqq zorss yeaaaawww"dır... Onlardan da değil bu diğerleri. Dedim ya 20'li yaşlarında, ergenlikten çıkmış ama bu sefer de kendilerini olduklarından çok daha yüksek görüp 50 yaşında sanıp takılıyorlar.

Sorsan her şeyi istisnasız biliyorlar, ne nasıl olmalı merak ediyorsan onlara sor. Bilirler, bilmedikleri olayı bile bilirler... Onlar bilmeyecek de ben mi bileceğim neyin ne olduğunu! Öyle ya üniversiteye gelmiş "adam" o da bilmezse artık yuh!

Bu her şeyi bildiğini sanan insanların hayatta bir iş yönettikleri, hadi daha da basitinden bir fatura ödemişlikleri, belli bir para ile geçinmeye çalışmışlıkları var mı derseniz o da yok! Ya aile var ya da kredi kartları otomatik ödeme nimetlerindeki ailelerinin kredi kartı numaraları.

Bunlar hata yapmaz, yaptıkları tüm hata gibi gözüken şeyler başkalarının hatalarının onlara olan olumsuz etkileridir. Onlar -ki üniversite öğrencisi lan boru mu- asla hata yapmaz, yanlış yapmaz. Elektrikler kesilmiştir mesela, ama bu onun değil, otomatik ödemede bulunan elektrik faturasının dahil olduğu kredi karı limitini aşmış harcamaları karşılamayan ailelerinindir. Öyle sinirlenirler ki duvar yumruklarlar. Bu asiliktir. Ertesi gün elleri sargılı geldiklerinde ne oldu sorusuna kafalarını hafifçe kenara atıp, gergin çeneleri ile seslerini derinleştirerek "yok bir şey, boşver ya, anlatılcak bir şey yok" gibi karizmatik olduklarını düşündükleri cevapları verirler.

Öğrencidirler, sınavları vardır... Bu sınavın tarihini unuturlar ya da ne bileyim soruların hangi konulardan geleceğini bilmiyorlardır. Bunun suçlusu asla onlar değildir. Onlar ki öğrencilik gibi bir işi yapmayacak kadar mühim derecede ehemmiyet arzeden olaylarla uğraşmaktadırlar. Kız arkadaşı ile kavga etmiştir misal... Ya da arabasının tekeri yarılmıştır. Aman Tanrı'm dünyaya çarpacak göktaşı olsa bu kadar ciddi bir alarm seviyesine geçilemezdi herhalde... NE DEMEK LAN! KIZ ARKADAŞIYLA KAVGA ETMİŞ ADAM, SINAV NE LAN SINAV NE OĞLUM KİM TAKAR SINAVI! İşte biz faniler anlayamayız bu önemli insanların işlerini... "Öğrenci adamsın lan sen nasıl sınavda ne çıkacak dinlemezsin, nasıl sınav ne zaman bilmezsin nasıl o derse gelmezsin" deriz. Biz zavallıların aklının alamayacağı işleri vardır onların. Biz basit yorumlarımızla onların bütün bu dertlerinin arasında vız vız beyinlerini oyarız. Bize göre sınavdır, önemlidir. O nirvanaya ulaşmış canına yandıklarım için hiçbir şeydir.

Hoca devamsızlıktan bıraktıysa kuralları uygulamış değil, o adama takmıştır oğlum ne sandın... Hoca ki o kadar tez mez yazan, araştırma yapan akademik makale yazan adam ama tüm bu işlerine rağmen takmıştır. Çünkü o ulvi kişiler de en az bir akademik makale kadar önemlidir. Hoca sana bana takmaz, bizleri umursamaz. Ama onlara takar... O dönem hiç derse gelmemiş olmaları da önemli değildir mutlaka önemli bir sorun vardır. Mesela bir önceki gece gece kulübünde kankalarla eğlenildiği için sabah kalkılamamıştır. Bu önemli bir sorun sana bana olmaz hep o mühim abilere olur.

Her şeyi bilir onlar... Her derde devadırlar... Çok büyük işlerin adamıdırlar. Sorsan bir adet fatura dahi takip etmemiş olmaları, sınırlı para ile bir süre geçinmemiş olmaları, bir işle müşerref olmamışlıkları vardır elbet... Ama bu küçük işlerin adamı değildirler...

Oldum sanırlar... Olgun sanırlar... Çok afedersiniz biz basit insanlara göre bir sike derman olamayabilirler... Ama kendilerine göre mühimlikten patlıyorlardır...

Farklı dünyalardayız yeryüzünde yaşayan her bir insanla... En yakın sandığından bile bir kaç evren uzaktasın oysa ki...

7.12.2009

aşk -2-

Ben bu hikayeyi bir yerden biliyorum çocuk… Severek ayrılanlar, ayrı kalanların hikayesi bu. Daha önce milyonlarca kez yaşandı, milyonlarca kez daha yaşanacak. Sen bu öykülerdeki içi yanan insanlardan ne daha fazlasın ne daha eksiksin çocuk. Herkes ne kadar sevdiyse sen de o kadar sevdin işte. Herkesin kalbi ne kadar deliniyorsa seninki de o kadar açıldı. Hayır çocuk, abartmıyorum. Senin dediğini dedi hepsi de bana. Hepsi de “benimki bambaşka” diyordu. Ben gördüm, hepsi aynı…

Yıllar sonra bir gün baktığında bu dediklerime anlayacaksın sen de. Şimdi anlaman çok zor çünkü her şey çok taze. Bitmez dediğin aşk bitmedi, ama öyle bir hal aldı ki çocuk; yaptığın hiçbir şey doğru değil. Ne onunla olabilirsin artık, ne onsuz nefes alabilirsin. Öyle bir noktadasın ki, ileri gittikçe daha geriden başlıyorsun. Öyle bir yerdesin ki sen, kafayı yukarı çevirdikçe yere dönüyorsun. İşin daha kötüsü de çocuk, o da öyle. İkiniz birbirinizsiniz; seni tamamlayan şey o, onu tamamlayan şey sen… Hani bunu bilmesen, en azından o unuttu desen bir teselli olacak belki sana ama, öteki taraf da aynı. İşte seni cehennemin dibine sokan da bu.

Tükeniyorsun sen çocuk, tükenmemek için yaptığın her şey seni tüketiyor aslında farkında değilsin. Bunun farkında olduğunda zaten sana bu öğütlerim anlamsız gelecek. Dedim ya sana çocuk, sen de diğerlerinden farklı değilsin. Hiçbirimiz değiliz. Bu duygu aynı olduğu sürece de bu değişmeyecek.

Çaresizliğinin sevdandan geldiğini bilmek ne kadar da iç burkuyor değil mi? Sevmenin kötü olduğunu kimse söylememişti sana oysa. Sevilmek de kötü müdür peki çocuk? Sevilmek nasıl acıtabilir insanın içini? Acıtıyor işte. Sevilmeseydin böyle mi olurdu? Bıkardın giderdin bir yerde ve bu kadar boğulmazdın, bu kadar yanmazdın aşkının ateşinde.

Peki şimdi ne olacak çocuk? O başkasıyla, sen başkasıyla. Elbet bir gün karşılaşacaksınız, o zaman ne yapacaksın? Kokusu burnundan içeri girdiğinde, o baktığında içini titreten gözlerine odaklandığında ne yapacaksın? Dudakların yaklaşırken kafanı çevirip gidebilecek misin peki? Yapamayacaksın çocuk. Yapacağın tek şey, diğer sevgilere saygısızlık olur ancak. Aldatmak olur, aldanmak olur.

Aşkın dinamiklerini, doğrularını kimse anlayamamış da sen mi anlayacaksın çocuk? Sen mi çözeceksin bu varoluştan beri insanların hem içini kemiren, hem mutluluktan delirten duygunun sebebini? Sen mi derman olacaksın dertlere? Yorma kendini çocuk. Ne sana derman var, ne senden derman uman var. Yaşanması gereken şeyler var ve yaşayacaksın. İçin yanacak, ama dedim ya, dermanı yok bu işin.

Zaman geçecek, bazen duraksayacak, bazen tekrar alevlenecek. Ancak bu hep böyle sürüncemede gitmeyecek. Sana tek bir iyi haberim var çocuk, bir gün sen de unutacaksın. Unuttuğun gün ise seni bambaşka biri bekliyor olacak.

İşte o zaman kafanı kullanırsan mutlu olacaksın çocuk, ama ne yazık ki seni tanıyorum.

Sen, aşka doğru delicesine yola çıkacaksın…

2.12.2009

güzel günler

Güzel günlerin vaktidir şimdi
Hani sabaha karşı güneş doğmadan evvel
Deniz kokar ya sahildeki taşlar,
İlk ışığını yansıtır ya denizdeki birkaç aceleci su damlası güneşin,
Sabah vapurunu görürsün ya uzaktan geçer aheste aheste,
Anlarsın işte güzelliğe uyandığını..
Güzel günlerin vaktidir şimdi.
Uyandın sen çünkü, hem de böyle huzurlu bir güne uyandın..
Gülümsemek gereklidir şimdi
Çünkü gülümsedikçe gülümser sana şehir
Umudun vaktidir şimdi
Mucizeyi beklemek değil,
Mucize olmak gerektir.
Şairin dediği gibi
Motorları maviliklere sürmenin vakti gelmiştir...
Artık kötü günler eskidir, geridedir.
Vakit, meydan, huzurun ve neşenindir.