31.12.2010
orantı
aşk ile alkol,
alkol ile sigara,
sigara ile hayallerin büyüklüğü..
ters orantılı
ömür ile aşk,
aşk ile kavga
kavga ile şiirlerin uzunluğu..
şimdi oranla sen
aşk ile şiiri
alkol ile ömrü
hayaller ile zamanı..
kafan karıştıysa üzülme.
son yaşadığın aşkı düşün..
koy denklemin bir tarafına kavganı
diğer yanına da hayatı.
çiz iki paralel çizgiyi üst üste,
eğer sağlanamadıysa ölümcül eşitlik
gel, durma..
tükür bu dünyanın yüzüne
26.12.2010
bilen adam...
sevmeyi beceremeyendir.
en yapılmazını yapan,
kendine zarar verendir..
sıradan sevemez
olağan olmaz, olamaz
zamanı gelince durmaz
zamansız gider,
yeri geldiğinde de dönemez.
dönülmez noktada içer,
içtikçe hatırlar..
sevdiğini sandığına gönderilen
tüm iyi niyetlerini,
tüm hayallerini
en romantik haliyle
kafasına kurşun sıkar gibi
bir anda, bir salisede
öldürür, ezer geçer.
onun için sıradandır
herkes için sıradışı olan şeyler..
belki bu yüzden ona takıntılı derler,
belki de zavallılığın dibinde bir şizofren..
ama o hiç birisidir.
o sadece
içmesini bilen
sevmesini ise beceremeyendir..
o bendir
o, sendir.
o, bizdir..
18.12.2010
yemek tarifi
kendi kendimin geçmişini,
tuzu eklemeyi unuttuğumu farkettim birden..
gerçi tuzu sonradan da eklerim
ama aynı tadı vermez hiçbirinde..
sonra düşününce tuzu sevmem aslında ben
tuzsuz daha lezzetli gelir geçmişim..
belki kıtır ekmek niyetine birkaç çıtır eklerim
bakarsın sıcacık olur bütün ümitlerim.
karın tokluğuna sevmişim aslında seni,
yani çorbayı, yani geçmişi..
karnım açken gelmiş aklıma
tuzun sen, pul biberin ben olduğu günler.
o yüzden özlemişim, o yüzden aramışım varlığını,
bak artık iştahım kaçtı
demek ki ne tuza gerek var
ne acı yerine bibere..
15.12.2010
kafam hep güzeldi
bir damla şarap ile sevdim seni
baş dönmesi gibi
yarım şişede aşıktım,
1 şişede tutkun…
bir nefes dünya ile sevdim seni
sigara kıskandı halini
yarım pakette kör kütük,
1 pakette düpedüz tutsaktım.
bir avuç yaşam ile tutundum sana
saniyeler şahit,
dakikalar şahit,
saatler ve günler ise şahitti.
kafam güzel olduğundaki gibi
durmadan döndüm sana.
dünya kafir
aşk kafiydi
elimde hep bir bardak şarap
ağzımdan eksik olmayan sigara
ve kafam hep güzeldi.
yaşamak da Sen’le güzeldi…
3.12.2010
son gün
bir damla gibi süzülüp aktığın son an,
ve elime bulaştığın son lekesin.
bitmemiş cümlelerin, devrik kalmış öznesisin.
kokunun burnuma son gelişi bugün
önümde kurumuş karanfiller,
ve bambaşka konuşan kişiler
onları duyamayışımın son seferi bu kez
çıkışı olmayan son gece..
peşin hükümler giydim artık
gönderilmemiş bir anı bile kalmadığında
hayatımda adını yazdığım son kağıdı da
hüsranları da rüyaları da yırtıp attım..
senin son kırmızılığının bulaştığı beyaz şarapta
ve nüshalar aslından gerçek olduğunda
karanlıkta yazdığımı farkettim birden.
bu, senin beni son kez kararttığın gece..
22.11.2010
özeleştiri...
eskisi gibi sevemez miyiz?
mektuplarımızı postayla göndermedik diye
özlemlerimiz mi, yoksa hislerimiz mi samimiyetsiz?
en azından bir zamanlar
bende değildi..
senesini boşver, aylardan haziran idi..
saati de ben boşverdim, ama gecenin dibiydi..
bir mesaj attım, bir cevap geldi..
önce canım yandı, sonra ruhum..
gözlerimden geldi itfaiye ekipleri
biriktirmişlerdi damlaları
cız ederek söndürdüler
ruhumun ve canımın harap olmuş yanıklarını..
işte o gün idi
benim son rakı içemeyişim..
masamın ikinci çekmecesini açtım,
başkası okumasın diye sakladığım yerden çıkardım
sana gönderemediğim 15 şiiri..
eski usül idi o zaman benimkisi,
sadece zarf ve pul eksikti,
tamamlanması an meselesiydi.
iki gün sonra, sana gelmek üzere,
yola düşeceklerdi...
olmadı,
sahilin kayalıklarında
bir kibritin üstüne düştüler
elim bir kazaya kurban gittiler..
işte o gün idi
benim en büyük kerizliğim..
tekrar yazamadıklarım kadar
tekrar hissedemediklerim koyuyor bana..
artık saflık yok
sonuna kadar kirlenmiş büyük sevda,
samimiyet yok,
işin alengirinde her kafa..
17.11.2010
koşar
bir kadeh şaraptaydı yokluğun
1.11.2010
sen kimsin?
aynanın karşısındaki kim
bakıp görmek istediğim misin?
sen benim şizofren gerçekliğim misin?
sen kimsin
karakterin benden güçlü insan mı
suratında aynaya baktı mı değişecek,
sen benim 10 sene sonraki halim misin
yoksa 10 sene önceki halim mi
nedir senle beni karşı karşıya koyan şey
içimdeki sen kimsin?
yoksa sen benim yapamadığım şeyler misin?
bence sen aşık olup onu mutlu edensin
yok bence öylesin
belki evlisin
belki hiç evlenmeyeceksin
sen kimsin
gözlerin benle aynı renk
sakalların aynı
bakışın aynı
duruşun aynı,
ama sen ben değilsin
sen belki ulaşılmayacak gerçekliksin
sen kimsin?
ben kendimle mi konuşuyorum
bence konuşmuyorum.
şu önümde duran parfüm şişelerinin kokusu kadar
gerçek misin?
ya da arkamı döndüm mü
çekip gidecek olan sen misin?
sen kimsin?
doğaçlama kelimeler misin
ardı arkasına gelen cümleler misin?
sen kimsin
benden istediğin nedir,
sen kimsin
benim manyaklığım mısın
psikopatlığım mısın
kimsin kim?
yaptığım hata mısın
yaptığım doğru musun
gerçek misin
gerçekten ben misin
ben gerçekten sen miyim
öyleyse ben kimim?
sen benim gerçekliğimsen
sen benim hatamsan
sen benim doğrumsan
sen benim yaptığımsan
sen benim yapamadığımsan
bunu sen analiz edebiliyorsan
ben kimim?
olması gereken ben miyim sen misin?
benim psikopatlığım mısın
şizofrenim misin?
yoksa sadece içimdeki onlarca benden bir tanesi misin
sen kimsin?
sana okuyacaklarım mısın
okuduklarım mısın
yazdığım mısın
yazacağım mısın
belki bi an gerçekten gidersin
peki benden neyi götürebilirsin
tam sen nerdesin?
benim gözgöze geldiğim gibi misin?
sen kimsin?
karanlık mısın,
aydınlık mısın?
aynı tişörtü dolduran varlık sen misin?
aynada bana ters ters bakan
meraklı gözlerle bakan sen misin?
belki benden irisin
belki benden zayıf
belki benden büyüksün
belki benden cılız
belki benden güçlüsün
ama sen kimsin?
sen ben değilsin..
sen o çocuk değilsin..
benim gözümün içi gülüyor
senin değil
umut varsa benim umudum
senin değil
rüya varsa benim rüyam
senin değil.
sen benim dediklerimi tekrar edemezsin
bunlar benim cümlelerim
senin değil
söylesene sen kimsin
ne kadar gerçeksin,
gerçekliğin neresindesin?
31.10.2010
o kafalar bu kafalar
ne dertler yoruyor beyin kıvrımlarımı
ne aşklar pompalattırıyor deli fişek gibi kalbe kanı..
ben bir kafa yaşıyorum,
bu öyle bir şey ki,
bakınca iki tane kendimi görüyorum.
biri hala aynı şeyleri söylüyor,
ötekisi zamanının ötesinde
belki bambaşka bir aşkının gölgesinde..
ben bir kafa yaşıyorum doktor.
aslında ben yaşamıyorum,
kafam yaşıyor.
kurduğu cümleleri kendine soruyor,
kendi kurduğu tuzaktan
kendisi kaçamıyor.
29.10.2010
gecenin kirpikleri ıslak
17.10.2010
yaşamımın gerçekleri
yaşamımın gerçekleri,
senin benim değil
sadece belli bir kişinin görebilecekleri..
uzaklaşmak değilse de
yakınlaşmak hiç değil benim düşüncelerim
geri düşündüklerim
geri düştüklerim
yeni düşlerim,
yenik düşlediklerim..
kendi kendime bir sürüncemedeyim
geride kaldı sürüklediklerim
ve yangın kaldı sürdürebildiğim
içimde alev alev ve söndüremediğim..
damarımdan daha yakın bir kırmızı
belki de kızıl
göz bebeklerim.
hep beklediklerim
ya da
kızabildiklerim..
bir gün tekrar geldiğimde
göreceksin sen de,
işte bunlardır benim geri dönüşlerim
birkaç farklı surat dönüşebildiklerim.
tek bir silüet dönüştüremediğim
o da sadece senin yanında
yalnızca bir maskedir düşürebildiğim..
zarar hep bendendir
çıkarabildiklerim
toplayabildiklerim...
gerisi bir tutam ziyandır
ihtimallerim,
suistimallerim..
14.10.2010
Güler yüzlü kadın
Ruhum renksiz
ve bir acıyla iki büklüm.
Ruhum İstanbul'un üzerine yağmurla
çöken is gibi kirli.
Ruhum eksik...
Ruhum bir kadını arıyor
eski hayallerden...
Ruhum yanıyor
ama yanıyor ki ne yanmak...
Acı ruhumun en küçük yapı taşı
atomlarımı paramparça ettiği,
kalbimi tam nefes aldığı yerden
deldiği
mezalim zamanında...
Ruhum İzmir'de bir hastane morgunda
sonra musalla taşına uyur gibi uzanmış
bir kadının yanında yatıyor.
Ruhum Bodrum'da
denize nazır bir mezara gömüldü sonra.
Ölmüş vücudumda
hareket eden acı,
bir kadının görüntüsünü getiriyor
gözümün önünden.
Normalde kıpkırmızı olan yanakları sararmış,
Pembe dudakları havasızlıktan morarmış
Sımsıcak elleri, kuzey kutbu.
Kadın,
uzayın
güneş görmeyen
herhangi bir yeri gibi soğuk.
Yaşam O'nu değil,
O yaşamı terketmiş.
morgda,
soğuk kadının tam önünde bir genç adam...
Yerinde kaskatı,
ayakta ölmüş,
tam ölümün son noktasında.
Tuttuğu nefes ağzından kaçııverdi sonra
döndü tam o noktadan bedeni.
dönen beden,
ruhun o kadınla beraber
tabutun içinde kan ağlamasını
ve diri diri gömülmesini sonra
izledi.
Ruhu konduramamıştı ölümü kadına
genç adamın,
Kıyamamıştı.
Genç adamın ağzından
bir nefes
çıkmıştı, yaşam fiziksel boyutlarda
dönmüştü adamın bedenine.
metafizik depremlerde
ruhu çökmüştü yalnız
bir göçük altında
ve
yatıvermişti kadının yanına.
Genç adam,
ciğerleri dıları süzülene dek
bağırmak istemişti,
olmamıştı, ama ruhu bedeninden
çıkacak kadar bağırabilmişti işte,
sessizce...
O kadın, genç adamı o kadar sevmişti ki sağken
ve hala seviyordu ki ölüyken bile
adamın ruhu bırakamamıştı kadını.
Bedeni de ne kadını
ne de kendi ruhunu
bırakmak istemezcesine
sarılmıştı tabuta yol boyu.
Şimdi mezarın başında
genç adam.
mezarın içindeki ruhunu neyse ya
kadını çok özlüyordu
3 boyutlu loş dünyada.
Zaten ruhu kadına bağlıydı ya,
o yüzden inanmamıştı
ölenle ölünmez diyen
gereksiz teselli canavarlarına
ve gömmüştü bir parçasını
kadınla sonsuzluğa...
beden kalmıştı tek.
toprağın altında,
ruhu kadınla.
bedeni buz gibiydi genç adamın,
huzursuz.
ruhu ise sıcak ve mutlu
o kadınla...
tam mezarının karşısındayım
o kadının,
elimde kadının kolyesi.
ruhum mezarda kadınla...
O kadın, o ölümü konduramadığım
o Güler yüzlü kadın...
Benim babaannemdi.
kasım 5. 06
13.10.2010
güler
12.10.2010
arkadaş
boş bira şişelerinin değil
dolu beyinlerin
ve dolu kalplerin ardından
karmaşıklıkların arasından
cila niyetine değil de,
ana yemek kıvamında rakılarla
bir o kadar da dostça şarkılarla
sesleniyorum işte sana
arkadaş!
mumlarla beraber yanıyor kelimeler
belki bir an çıra gibi olur
belki de anında söner
ama kim bilir
anlatılanlar değil de
anlatılamayanlar gerçeği döker
arkasına bakmayanlar değil de
arkası umurunda olmayanlar
çıkar bir gün
bizde olamayanı
bizde asla olamayacağı
bize acımasızca söyler
arkadaş...
3.10.2010
bir sen ol, bir de rakı...
kimimiz bin eksik, kimimiz bir fazlayız...
biraz meze niyetine müzik
ezme niyetine acılar
ve zeytinyağı kıvamında gözyaşlarımız..
sudan daha az yoğun
ve her zaman suyun üstünde..
tıpkı az yoğun özlemlerin
çok yoğunların üzerine çıkması gibi.
tıpkı yalanların gerçeği ezmesi gibi..
bir sen ol bir de rakı
biraz da meze niyetine müzik
sessizce oturalım
kadehinden kadehime konuş
sonra bir parça gözyaşı sıkalım
mezelerin üzerine
yüreğim kavrulurken konuşmayalım
ama anla beni
bilirim ki anlarsın
arada rakının hatırı var.
bir sen ol bir de rakı
ve ben dünyayı unutup ağlayayım
sen de benimle ağla
ağlayacak şeyin olmasa da
bir kardeşim olsun bir de rakı
masada kalsın tuzlu gözyaşı..
ağlayalım ki birazcık dinsin
zavallı hayatların, cılız yangınları...
dip not: durup dururken ortaya çıkan şiirlerin havası bambaşka be kardeş...
Babaannem'e mektup
ben allah mıyım
27.09.2010
duble/iki
önce tiksindik
ve yavaş yavaş değil,
bir anda büyüdük biz.
yiğidin harman olduğu değil de
bırak harmanı,
derman bulamadığı yerlerdeydik.
önce anason koktu
sonra irkildik
azar azar değil
kıyaklı dubleleri indirdik biz.
keyfi ayakkabısından gıcır
fikri yakasından hür
gönlü sakallarından gür
"yolunu henüz kaybedememiş;
ancak her an kaybedebilecek"
delikanlılığı serserilik zannedebilecek,
ve çivi çiviyi söker deyip
derdinin içine derman sokmayan
onun yerine ağlayıp sızlayan
ve cümleleri kolay kolay sonlandıramayan
ilk görüşte değil de
her görüşte aşık olan
ve her nasılsa bir şekilde
hayatı tek geçebilecek
birkaç iyi adamdık biz.
önce gözlerimiz karardı,
ancak sendelemedik.
ağır ağır değil,
bir saniyede devrildik biz.
kim bilir kaçıncı kez yırtışımız
bu "sevgiliye son mektup"u...
kaçıncı yemin bozuşumuz
ve ben saymadım ama
sayanın yalancısıyım,
kaçıncı kez savruluşumuz?
iki diyorlar bana,
ilk kez ne zaman iki dedim acaba?
belki böcek sayıyordum
ya da saymaya yeni başlıyordum.
sahi, sen o zaman yoktun.
iki, anlamsızdı işte
ne güzeldi, sen yoktun.
iki ne ara duble oldu
ne ara yazılar koptu
neden ayrılık piyangosu bize vurdu
hatırlayamıyorum.
anason koktu
bu sefer sevdik
sahi, ne ara büyüdük biz
ne oldu da kirlendik?
10.09.2010
geceleri çaresiz uyandığımda
1.09.2010
ben, aynı ben, başka ben
o eski kokan, çocuk kokan bir tutam hayatımdan.
bir yol bulsam
dönüversem, kaçıversem hızlıca.
ardımda değil de, önümde bırakabilsem anılarımı..
bir an bulsam eskilerden
tekrar gözlerim dolsa sevinçten.
en çocuksu kahkahamı bulsam..
sıkıca sarılsam, hiç bırakmasam.
viskiyle değil de
sütle huzuru bulsam.
o en temiz, en el değmemiş halime sorsam
"büyüyünce ne olacaksın çocuk?" diye,
"sen değil" dese bana
yüzüme vursa acımadan..
o en hüzünlü kendimi bulsam
koysam kafamı omzuna
onunla birlikte ağlasam...
30.08.2010
son nefes sızısı
Sızısı temmuzdan başlayan bir acıyla düşersin aklıma
Senelik ölümümün gerisayımının başlangıcında
13’ünden 13’üne 3 ay boyunca.
Bir sigara dumanı
ağıtı bu.
bir parka toprağın odamdaki
hareketlenir her sene doğumumda,
ölümünle durur
ölümüm olur.
Ben her sene 3 ay yaşarım
Doğumumdan ölümüne.
hani…
sessizlilte
bir nefesle
çıtır çıtır yanar ya sigaranın kağıdı,
o misal yanarım.
3 ay her gece
ve her gündüz
ve bir de her saniye.
aklımda tek kelime
özlediğim.
Havaya değil
ama
sana söylemeli bir kelime,
dünyadaki en güzel hecelerle…
yerçekimli bir dünyada
ayakları yere basmayan,
uzaydan daha geniş,
havadan daha saydam
bir sevgiyle
ve melodik bir sevgiyle hem de
ve çok
ve uçsuz
hem de bucaksız
çığlık çığlığa
ama nefessiz bir çığlıkla
karanlığına daldığım
gecenin koynunda
sabahlara kadar sevdim seni.
4 yıl evveldi
Öldün.
Son dokunduğum sana
ve
son aldığım nefes de
aynı zamana denk gelir.
Bilir misin
4 yıldır tutuyorum nefesimi.
bırakınca
sana düşeceğim.
ben 3 ay gözyaşlarımla
susuz kalırım her sene
kuruluktan çatlamış dudaklarımda
tek nefes,
birleşik bir kelime…
babanne.
her aşk bir azrail eksi bir ölüm
25.08.2010
yeni mavi
yıllandıkça yaşlanmazsın çünkü
yoruldukça adam olursun.
yürüdükçe görürsün gerçeği, yalanı.
derman kalmayınca öğrenirsin çaresizliği,
gözünden yaş kendiliğinden akınca anlarsın ağlamayı.
durmayacaksın asla.
asla hız kesmeyeceksin.
sonu hep aynı olacak diye
olduğun yerde beklemeyeceksin.
kabul etmeyeceksin sessizliği
gürültünün alasını çıkartacaksın.
isyan edeceksin önce kendine, sonra herkese...
bildiklerini tekrar etmek yerine
hiç bir fikrinin olmadığı şeyleri yapacaksın.
yanacaksın ki öğreneceksin acıyı.
ilk önce gözlerinde göreceksin kırmızıyı.
sonra damarlarından çıkan kanda.
ilk önce yüreğin bağlayacak karayı.
sonra heyula gibi çökecek gece üstüne.
hiçbir ışık, hiçbir çıkış olmadığında
hissederek öğreneceksin siyahlığı...
bir gün uyanacaksın umutsuzluğa
en çıkılmaz, en dayanılmaz bir anda
göreceksin iki çift gözü
hiç gitmediğin okyanuslar
hep yaşamak istediğinin yerler
o iki çift gözde canlanacak.
hani demin öğrendiğin siyah var ya
o anda unutacaksın rengini.
çünkü artık maviyi öğreneceksin..
iki çift mavi gelecek aklına,
masmavi kaybolacaksın
bilinmeyen ülkenin bilinmeyen sokaklarında.
17.08.2010
aşk ve yara
koyduk kantara
bir yana aşk, bir yana yara.
önce aşk kaldırdı bütün acıları en yukarıya.
ağırlaşmaya başladı yara,
dengeye geldi yavaş yavaş aşkla.
sonra ne olduysa oldu
yara düştü dibe ağırlıktan.
işte tam o sırada
koptu bir parça
yapıştı aşkın dudaklarına...
yükseldi gitti aşk doruklara
yanında bir ufak yara.
yaranın büyüğü ise
bir süre kaldı en ulaşılmazda
sonra gitti en akla gelmeyecek zamana.
11.08.2010
öyle ya da böyle
bulacağım seni aynı yerde
ne olursa olsun
sen ne söylersen söyle
öyle ya da böyle
söküp alacağım seni
istesen de istemesen de
bugün, ya da yarın
ya da bir gün
saracağım seni kollarıma
sımsıkı tutacağım hiç bırakmayacakmış gibi
öyle ya da böyle
şimdi ya da sonra
elbet bir gün
soracağım sana seni
gelme demeyeceksin
11.07.2010
dinleyemeyeceğin şarkılar olacak
okuyamayacağın şiirler
gidemeyeceğin yerler olacak...
her seferinde kan dolacak için
kızaracak gözlerin
boğazın acıyacak
yutkunamayacaksın sen..
ardında bıraktıkların
her melodide önüne çıkacak
hataların zincir olup
seni acımasızca geri çekecek.
sonunda göreceksin ki
yıllar sonra anladığın gerçekler
yıllar boyu anlayamadığın şeylerden
çok daha fazla olacak..
belki bir gün
bir kez daha diyeceksin
ama karşında
yalan dolu suratların dışında
başka bir şey olmayacak..
6.07.2010
roman gibi
sadece gördüklerim değil,
sende göremediklerim kadar
uzun ve sonsuzdu bu macera;
ya da
ben sonsuza doğru çekmeye çalıştıkça
eksi ivmeyle ilerliyordu..
yani sonsuza değil,
sıfıra gidiyorduk el ele.
zaten gittik de.
en kötü ihtimalle
ben dibe vurdum,
sen de
dibe vuruyormuş gibi yaptın işte.
aslında senin açından en iyi ihtimal değil miydi bu?
sen benimleymiş gibi gözüküyordun,
ben ise
demin sonsuza götüremediğim sevgi yerine
aptallığımla gözlerinin içine bakıyordum.
bir hayat gibi başladım seni yazmaya.
önce doğdun içimde,
damarlarımdan sen aktın.
sonra ben kanıma kırmızı rengi veren şeyi kaybettim.
ne ara oldu, nasıl oldu bilemedim.
zihnimin kalbime yaptığı
son baypas sen oldun.
sonra gençliğin baharında öldün sen.
yok oldun, yittin, gittin.
ötesini ne ben biliyorum,
ne sen biliyorsun,
ne de yukarıdaki.
kesin olan şeyler var benden yana.
bir kez benimle öldün sen,
bir daha aynı ruhta,
aynı bedende can bulamayacaksın.
sana verdiğim sözlerin hepsini unut.
gerekirse ben namert olurum,
yeter ki benden uzak dur.
roman olacaktı öyle ya
yazdıklarım.
belki sana bir roman yazacak kadar büyüktü sevdam,
ama sen öldürdün
önce kendini,
sonra sevgimi
sonra her şeyi…
4.07.2010
bunalmış bedenler...
gözlerimde uykusuzluk var.
bakıyorum ara sıra camdan dışarı
birkaç tane başıboş köpek
iki sarhoş, onlarca boş bira şişesi var.
kasvetli duruyor ortalık ama
karanlık değil sebebi..
sadece bunalmış bedenlerin eksikliği..
herkes birilerini arıyor belli ki
kimisi aradığını şişede buluyor
kimisi orada bile bulamıyor.
elleri yanıyor insanların
kimse kimseye dokunamıyor.
karanlık değil sebebi...
sadece bunalmış bedenlerin eksikliği...
rüzgar sesi, yaprak hışırtısı
yanıp sönen trafik lambası
ve sokak serserileri
herkes gibi, her şey gibi
ben de sabahı bekliyorum.
belki bu sabah gelmez güneş diye
her akşam kuşkulu vedalaşıyorum.
ama o yine geliyor...
ben ise,
bunalmış bedenlerin içinde
bir kez daha güne karışıyorum,
ta ki son akşama kadar...
1.07.2010
en kötü intihar
büyüme
seninle birlikte dertlerin de büyür
yüreğin de büyür dediler..
sen dinlemedin.
burnunun dikine gittin..
kaldırabilecek misin bu kadar yükü
ellerinde, kalbinde ve beyninde
bu ağırlığa dayanabilecek kadar kuvvet var mı?
büyümeyecektin çocuk.
hep çocukça sevecektin..
en büyük dertlerini
bir iki şekerle unutacaktın..
daraldığında, kızdığında
veya sebepsiz,
herhangi bir yerde,
hüngür hüngür ağlayabilecektin
ve kimse senden açıklama beklemeyecekti..
bir oyunun içinde
en sevdiğin kahramanlarınla
omuz omuza çarpışacaktın..
uyandığında düşünmen gereken en önemli şey
sokakta hangi oyunu oynaman gerektiği olacaktı..
bir gün sana o kadar uzun gelecekti ki,
hemencecik sızacaktın akşam yemeğinden sonra..
oysa sen ne yaptın çocuk..
büyüdün..
dertlerin senden fazla büyüdü..
artık çözümlenemez duygulara büründün,
sıkıntılarla doldu beynin..
hiç beklenmedik bir anda
cayır cayır bir sevdayla yandı kalbin..
artık yirmidört saat sana yetmiyor..
her gece uyanıksın,
her gece ayrı bir düşüncedesin..
her gece apayrı bir sendesin..
bu yüzden ellerin titriyor artık yazarken..
küçükken de yazardın sen çocuk,
ama elin titrememişti hiç..
yüreğin titrememişti..
dur çocuk dur..
ne olur büyüme artık..
29.06.2010
eksik/yarım
kireç gibi bembeyaz
bir o kadar da iticiydi hayat..
içinden alınacak
sadece birkaç nasihat..
24.06.2010
neden? bilmiyoruz..
biz de bilmiyoruz...
değerlerimizi koyuyoruz
kaynayan bir çanağa
birer birer kaynatıyoruz.
seviyor muyuz acaba,
ya da sınanıyor muyuz?
yukarıdaki görüyor belki halimizi
biz ise yasaklara sığınıyoruz..
keyiflenmemiz gerekiyor belli ki,
oysa biz hüzüne oynuyoruz..
telefonlar mı çalmıyor,
yoksa biz mi arayamıyoruz?
belli ki bir şeyler yakmış bizi..
biz küllerimizden doğmak yerine
rüzgara savruluyoruz...
hep mi derdimiz bir dişi,
hep mi dersimiz bir kişi
biz de çözemiyoruz.
durmaksızın yaşıyoruz ama
biz de neden bilmiyoruz.
bu gecenin sözü
bir yaşamın özü
bir aşığın hüznü
neden? bilmiyoruz..
16.06.2010
11.06.2010
kelimelerin hikayesi
kelimeler yerse yesin kendini
bir gün belki anlatır birileri
onların bu heyecansız, süreksiz
ve bitemeyen hikayelerini
i c a (21/02/2010 – 23.43)
sonra usulca fırlatırlar kelimeleri
başkalarına bırakmak istemezcesine
yazarlar hikayeyi kendileri
unutulmamayı garantilercesine
unutulmamak mıydı mesele
yoksa unutmamak mı
ama yazmaktı işte
amaç araca karışmışsa ne var?
serseri mayın misali
aklına geçeni yazmak mıydı
yoksa saklamak mı biraz kendini
anki hikaye eskilerden endişeli ezgiydi
Cogen (24.02 – 01:04)
bir an gelseydi biri
anlatmaya kalksaydı kelimeleri
nasıl ve nerden başlasaydı,
nerden bilebilirdi ki gerçeği?
onlar her zaman bir bütündü
anlamları beraber oluştururlardı
en acımasız zamanlarda bile
söyleyecekleri şeyler vardı..
bazen bir kömür lekesinde hayat bulurlardı
bazen gözyaşı ıslaklığında bir mürekkepte..
bazen mutluluğun peşinden akarlardı
bazen de umulmadık bir felakette…
aşkı mı doldurdular dersin
yoksa yüreği mi boşalttılar?
kağıtlar mı onları konuk ederdi dersin
onlar sanki hep oradaydılar…
kimine göre kifayetsiz
kimine göre samimi
kimi zaman çaresiz
kimi zaman da serseri..
kelimelerin hikayesi bu
anlatmaya kalktı birileri
belki “o” an geldiğinde
imkansızı deneyeceklerdi…
i c a (10/06/10 – 03:33)
ama inatçıydı kelimeler de işte
sanki açıklanmak istemezmişce
ayak sürüyorlardı
onların hikayecilerine
kelimeler
korkardı insanlardan
ve
saklanırlardı gizlice
ortaya çıkmak endişesiyle…
ama bir zaman vardı ki gelecek
ne onlar karşı koyabilecekti ne gerçek
hayallerin dünyasından gelip
kelimelerin hikayesi süzülecek
ve hazırdı da birileri
bitirmeye artık bu gizemi
kelimelerin anlaşılmazlığı
onlar için maziydi
şimdi artık sırasıydı
kelimeleri anlatmanın
onların hikayeleri ayrıydı
ve bir o kadar da aynadaydı
Cogen (10.06 03:37)
bu işin nihayeti fazla uzak değildi
nitekim döküldü kelimeler birer birer
ve artık son sahne için
sakin ve sessizce beklediler..
biri kan kırmızısıydı
belliydi acıyı anlattığı.
öteki saydamdı
göz yaşlarına karışmıştı
biri simsiyah duruyordu
beyaz kağıt üstünde
karanlık bir hükümdarlık kuruyordu
okuyanı bir anda boğuyordu.
dokundum birine kalemimle
aldı götürdü beni yanında
bir şeyler fısıldadı kulağıma
ve devam etti kendi yoluna…
i c a (10/06/10 – 04:05)
işte böyleydi kelimeler
kah duygu olurlardı
kah bir renk
bazen resim olurlardı
bazen ses
dokunurduk onlara
hissetmesek bile
yazıyorduk duvarlara
hiç bilmediğimiz kalemler ile
içlerimizden yavaşça geçerlerken
fark etmezdik onları
yanı başımızda gezerlerken
görünmezlikti olayları
10.06.2010
zaman çekimli
Her zamana göre çekimlerim ben seni
Geçmiş,
Gelecek,
Ve bir bitmeyen şimdiki…
Yeri gelince de dilek şart kipi
Hiç olma istedim
geçmiş zamanın hikayesi…
dersimiz akıcı şimdiki zaman
bu sonsuz.
Ve gelecek zamanın
Her türlüsüne
Korkusuz…
Matematiğim de olurdun ya
Denklemlere sığmazsın
Ne kadar çok şeysin bir bilsen...
29.05.2010
iki duman arası
28.05.2010
kara kuru bir aşk
dengesini kim kuracak?
belki bir anda değil
bin yıl da kalacak..
uzun değil, kısa değil
benle değil, bensiz değil...
kızılımsı,
belki de mavi..
delirdim mi dersin
ya da akıllıca..
bir gün kavuşmak
aklına gelmeyince,
hissetmeyince
ve belki de gerçekten delirince
ansızın bitince
veyahut bitemeyince..
artık boynum kıldan ince..
getirince büyük düşleri yerine
çıldırmalı yeterince...
bir gün değil
bir an gelince
sessizce ve sensizce
yürümek bu yolda
ansızın ve kederlenmişçe
her şeyden öte ve her şeyden ziyade
bensice
dayanamayınca
umarsızca ve hiç kimse yokmuşçasına
işte o zaman
ağla...
dip not: kafamın çok iyi olduğu bir anda, hatırlayamadığım bir şekilde bir yerlere yazmışım...