31.12.2010

orantı

doğru orantılı,
aşk ile alkol,
alkol ile sigara,
sigara ile hayallerin büyüklüğü..
ters orantılı
ömür ile aşk,
aşk ile kavga
kavga ile şiirlerin uzunluğu..
şimdi oranla sen
aşk ile şiiri
alkol ile ömrü
hayaller ile zamanı..
kafan karıştıysa üzülme.
son yaşadığın aşkı düşün..
koy denklemin bir tarafına kavganı
diğer yanına da hayatı.
çiz iki paralel çizgiyi üst üste,
eğer sağlanamadıysa ölümcül eşitlik
gel, durma..
tükür bu dünyanın yüzüne

26.12.2010

bilen adam...

içmesini bilen adam
sevmeyi beceremeyendir.
en yapılmazını yapan,
kendine zarar verendir..
sıradan sevemez
olağan olmaz, olamaz
zamanı gelince durmaz
zamansız gider,
yeri geldiğinde de dönemez.
dönülmez noktada içer,
içtikçe hatırlar..
sevdiğini sandığına gönderilen
tüm iyi niyetlerini,
tüm hayallerini
en romantik haliyle
kafasına kurşun sıkar gibi
bir anda, bir salisede
öldürür, ezer geçer.
onun için sıradandır
herkes için sıradışı olan şeyler..
belki bu yüzden ona takıntılı derler,
belki de zavallılığın dibinde bir şizofren..
ama o hiç birisidir.
o sadece
içmesini bilen
sevmesini ise beceremeyendir..
o bendir
o, sendir.
o, bizdir..

18.12.2010

yemek tarifi

dibi tutmasın diye karıştırırken
kendi kendimin geçmişini,
tuzu eklemeyi unuttuğumu farkettim birden..
gerçi tuzu sonradan da eklerim
ama aynı tadı vermez hiçbirinde..
sonra düşününce tuzu sevmem aslında ben
tuzsuz daha lezzetli gelir geçmişim..
belki kıtır ekmek niyetine birkaç çıtır eklerim
bakarsın sıcacık olur bütün ümitlerim.

karın tokluğuna sevmişim aslında seni,
yani çorbayı, yani geçmişi..
karnım açken gelmiş aklıma
tuzun sen, pul biberin ben olduğu günler.
o yüzden özlemişim, o yüzden aramışım varlığını,
bak artık iştahım kaçtı
demek ki ne tuza gerek var
ne acı yerine bibere..

15.12.2010

kafam hep güzeldi

bir damla şarap ile sevdim seni

baş dönmesi gibi

yarım şişede aşıktım,

1 şişede tutkun…


bir nefes dünya ile sevdim seni

sigara kıskandı halini

yarım pakette kör kütük,

1 pakette düpedüz tutsaktım.


bir avuç yaşam ile tutundum sana

saniyeler şahit,

dakikalar şahit,

saatler ve günler ise şahitti.


kafam güzel olduğundaki gibi

durmadan döndüm sana.

dünya kafir

aşk kafiydi


elimde hep bir bardak şarap

ağzımdan eksik olmayan sigara

ve kafam hep güzeldi.

yaşamak da Sen’le güzeldi…

3.12.2010

son gün

sana değer verdiğim son gün diyelim buna.
bir damla gibi süzülüp aktığın son an,
ve elime bulaştığın son lekesin.
bitmemiş cümlelerin, devrik kalmış öznesisin.
kokunun burnuma son gelişi bugün
önümde kurumuş karanfiller,
ve bambaşka konuşan kişiler
onları duyamayışımın son seferi bu kez
çıkışı olmayan son gece..
peşin hükümler giydim artık
gönderilmemiş bir anı bile kalmadığında
hayatımda adını yazdığım son kağıdı da
hüsranları da rüyaları da yırtıp attım..
senin son kırmızılığının bulaştığı beyaz şarapta
ve nüshalar aslından gerçek olduğunda
karanlıkta yazdığımı farkettim birden.
bu, senin beni son kez kararttığın gece..

22.11.2010

özeleştiri...

eski zamanlarda yaşamadık diye
eskisi gibi sevemez miyiz?
mektuplarımızı postayla göndermedik diye
özlemlerimiz mi, yoksa hislerimiz mi samimiyetsiz?
en azından bir zamanlar
bende değildi..

senesini boşver, aylardan haziran idi..
saati de ben boşverdim, ama gecenin dibiydi..
bir mesaj attım, bir cevap geldi..
önce canım yandı, sonra ruhum..
gözlerimden geldi itfaiye ekipleri
biriktirmişlerdi damlaları
cız ederek söndürdüler
ruhumun ve canımın harap olmuş yanıklarını..
işte o gün idi
benim son rakı içemeyişim..

masamın ikinci çekmecesini açtım,
başkası okumasın diye sakladığım yerden çıkardım
sana gönderemediğim 15 şiiri..
eski usül idi o zaman benimkisi,
sadece zarf ve pul eksikti,
tamamlanması an meselesiydi.
iki gün sonra, sana gelmek üzere,
yola düşeceklerdi...
olmadı,
sahilin kayalıklarında
bir kibritin üstüne düştüler
elim bir kazaya kurban gittiler..
işte o gün idi
benim en büyük kerizliğim..

tekrar yazamadıklarım kadar
tekrar hissedemediklerim koyuyor bana..
artık saflık yok
sonuna kadar kirlenmiş büyük sevda,
samimiyet yok,
işin alengirinde her kafa..

17.11.2010

koşar

zaman;
geçmekten hiç utanmaz mısın?

biz çırpınırken
bir parça durmaz mısın?

zaman;
bu acelen niye
er ya da geç
geçeceksin zaten...

zaman;
koşma yorulursun,
yürüsene biraz da
ya da soluklan iki dakika

zaman;
hadi sen koşuyorsun
bizi de koşturmasana...
yapacak çok şey var daha.

zaman;
uzasana
biraz uzansana
biraz da rahatla...

zaman;
müptelan olduk,
hayatımız koşuşturmaca
biraz nefes alsan da
aklımız durulsa ya..

zaman;
en azından gece yavaşla
gece her şey dingin
seni kandıran ışıklara kanma.

işte böyle,
zaman koşar
biz yorluruz
zaman durmaz
biz alışırız
zaman yalan
biz karışığız...

zaman;
dursana...

bir kadeh şaraptaydı yokluğun

bir kadeh şaraptaydı yokluğun.
kadeh tutuşların yoktu,
hafif çakırkeyifliğinle gelen
gülümsemen de...

kadeh kadehe konuşmalarımız da yok
kadehten kadehe gözlerimizle susmalarımız da...

gece
kendi karanlığında kayboluyordu.
ben
karanlıkta susuyordum.
sen
şarabın
bardağa düşerken çıkarttığı sesteki
uzak hüzündün...

kayıp gecede ben
senin uzak hüznüne susuyordum

ışıklarla rahatsız edilmiş
usul bir gecenin içinden çektiğim
daha da usul sigaranın dumanından
sana bakıyordum.

uzayan ama düşmeyen
kül gibi inatçı bir sevdaydı
bu gece hava.

yar canandı amma
şiir de candı..

şimdi bakıyorum da
şiir gibi o hava sendeki.

elimden geldiğince yazıyorum
seni...



1.11.2010

sen kimsin?

sen kimsin
aynanın karşısındaki kim
bakıp görmek istediğim misin?
sen benim şizofren gerçekliğim misin?
sen kimsin
karakterin benden güçlü insan mı
suratında aynaya baktı mı değişecek,
sen benim 10 sene sonraki halim misin
yoksa 10 sene önceki halim mi
nedir senle beni karşı karşıya koyan şey
içimdeki sen kimsin?
yoksa sen benim yapamadığım şeyler misin?
bence sen aşık olup onu mutlu edensin
yok bence öylesin
belki evlisin
belki hiç evlenmeyeceksin
sen kimsin
gözlerin benle aynı renk
sakalların aynı
bakışın aynı
duruşun aynı,
ama sen ben değilsin
sen belki ulaşılmayacak gerçekliksin
sen kimsin?
ben kendimle mi konuşuyorum
bence konuşmuyorum.
şu önümde duran parfüm şişelerinin kokusu kadar
gerçek misin?
ya da arkamı döndüm mü
çekip gidecek olan sen misin?
sen kimsin?

doğaçlama kelimeler misin
ardı arkasına gelen cümleler misin?
sen kimsin
benden istediğin nedir,
sen kimsin
benim manyaklığım mısın
psikopatlığım mısın
kimsin kim?
yaptığım hata mısın
yaptığım doğru musun
gerçek misin
gerçekten ben misin
ben gerçekten sen miyim
öyleyse ben kimim?
sen benim gerçekliğimsen
sen benim hatamsan
sen benim doğrumsan
sen benim yaptığımsan
sen benim yapamadığımsan
bunu sen analiz edebiliyorsan
ben kimim?
olması gereken ben miyim sen misin?
benim psikopatlığım mısın
şizofrenim misin?
yoksa sadece içimdeki onlarca benden bir tanesi misin
sen kimsin?
sana okuyacaklarım mısın
okuduklarım mısın
yazdığım mısın
yazacağım mısın
belki bi an gerçekten gidersin
peki benden neyi götürebilirsin
tam sen nerdesin?
benim gözgöze geldiğim gibi misin?
sen kimsin?
karanlık mısın,
aydınlık mısın?
aynı tişörtü dolduran varlık sen misin?
aynada bana ters ters bakan
meraklı gözlerle bakan sen misin?

belki benden irisin
belki benden zayıf
belki benden büyüksün
belki benden cılız
belki benden güçlüsün
ama sen kimsin?
sen ben değilsin..
sen o çocuk değilsin..

benim gözümün içi gülüyor
senin değil
umut varsa benim umudum
senin değil
rüya varsa benim rüyam
senin değil.

sen benim dediklerimi tekrar edemezsin
bunlar benim cümlelerim
senin değil
söylesene sen kimsin
ne kadar gerçeksin,
gerçekliğin neresindesin?

31.10.2010

o kafalar bu kafalar

ben bir kafa yaşıyorum doktor
ne dertler yoruyor beyin kıvrımlarımı
ne aşklar pompalattırıyor deli fişek gibi kalbe kanı..
ben bir kafa yaşıyorum,
bu öyle bir şey ki,
bakınca iki tane kendimi görüyorum.
biri hala aynı şeyleri söylüyor,
ötekisi zamanının ötesinde
belki bambaşka bir aşkının gölgesinde..
ben bir kafa yaşıyorum doktor.
aslında ben yaşamıyorum,
kafam yaşıyor.
kurduğu cümleleri kendine soruyor,
kendi kurduğu tuzaktan
kendisi kaçamıyor.

29.10.2010

gecenin kirpikleri ıslak

kirpikleri ıslak bir gecenin
koynundaydık sessizce,
dünyanın makyajı akarken üzerimize
arınıyorduk sinsice.

gece ağlarken sevdiğim
biz uyurken hem de,
yıkanırken tüm günahlar
gündüzün yalancılığına doğru
kuytu bir yolculuktaydık.

gecenin içinde
gündüze hazırlanıyor
ve dünyaya arınıyorduk.

çünkü gündüz iki yüzlü
kabul etmez bizi
olduğumuz gibi.

gecenin kirpikleri ıslak
usulca ağlardı halimize.

gece belki karanlık ama
hepimizden delikanlıydı.


17.10.2010

yaşamımın gerçekleri

yaşayamamamın gerekçeleridir
yaşamımın gerçekleri,
senin benim değil
sadece belli bir kişinin görebilecekleri..

uzaklaşmak değilse de
yakınlaşmak hiç değil benim düşüncelerim
geri düşündüklerim
geri düştüklerim
yeni düşlerim,
yenik düşlediklerim..

kendi kendime bir sürüncemedeyim
geride kaldı sürüklediklerim
ve yangın kaldı sürdürebildiğim
içimde alev alev ve söndüremediğim..

damarımdan daha yakın bir kırmızı
belki de kızıl
göz bebeklerim.
hep beklediklerim
ya da
kızabildiklerim..

bir gün tekrar geldiğimde
göreceksin sen de,
işte bunlardır benim geri dönüşlerim
birkaç farklı surat dönüşebildiklerim.
tek bir silüet dönüştüremediğim
o da sadece senin yanında
yalnızca bir maskedir düşürebildiğim..

zarar hep bendendir
çıkarabildiklerim
toplayabildiklerim...

gerisi bir tutam ziyandır
ihtimallerim,
suistimallerim..

14.10.2010

Güler yüzlü kadın

Ruhum renksiz

ve bir acıyla iki büklüm.

Ruhum İstanbul'un üzerine yağmurla

çöken is gibi kirli.

Ruhum eksik...

Ruhum bir kadını arıyor

eski hayallerden...

Ruhum yanıyor

ama yanıyor ki ne yanmak...

Acı ruhumun en küçük yapı taşı

atomlarımı paramparça ettiği,

kalbimi tam nefes aldığı yerden

deldiği

mezalim zamanında...

Ruhum İzmir'de bir hastane morgunda

sonra musalla taşına uyur gibi uzanmış

bir kadının yanında yatıyor.

Ruhum Bodrum'da

denize nazır bir mezara gömüldü sonra.

Ölmüş vücudumda

hareket eden acı,

bir kadının görüntüsünü getiriyor

gözümün önünden.

Normalde kıpkırmızı olan yanakları sararmış,

Pembe dudakları havasızlıktan morarmış

Sımsıcak elleri, kuzey kutbu.

Kadın,

uzayın

güneş görmeyen

herhangi bir yeri gibi soğuk.

Yaşam O'nu değil,

O yaşamı terketmiş.

morgda,

soğuk kadının tam önünde bir genç adam...

Yerinde kaskatı,

ayakta ölmüş,

tam ölümün son noktasında.

Tuttuğu nefes ağzından kaçııverdi sonra

döndü tam o noktadan bedeni.

dönen beden,

ruhun o kadınla beraber

tabutun içinde kan ağlamasını

ve diri diri gömülmesini sonra

izledi.

Ruhu konduramamıştı ölümü kadına

genç adamın,

Kıyamamıştı.

Genç adamın ağzından

bir nefes

çıkmıştı, yaşam fiziksel boyutlarda

dönmüştü adamın bedenine.

metafizik depremlerde

ruhu çökmüştü yalnız

bir göçük altında

ve

yatıvermişti kadının yanına.

Genç adam,

ciğerleri dıları süzülene dek

bağırmak istemişti,

olmamıştı, ama ruhu bedeninden

çıkacak kadar bağırabilmişti işte,

sessizce...

O kadın, genç adamı o kadar sevmişti ki sağken

ve hala seviyordu ki ölüyken bile

adamın ruhu bırakamamıştı kadını.

Bedeni de ne kadını

ne de kendi ruhunu

bırakmak istemezcesine

sarılmıştı tabuta yol boyu.

Şimdi mezarın başında

genç adam.

mezarın içindeki ruhunu neyse ya

kadını çok özlüyordu

3 boyutlu loş dünyada.

Zaten ruhu kadına bağlıydı ya,

o yüzden inanmamıştı

ölenle ölünmez diyen

gereksiz teselli canavarlarına

ve gömmüştü bir parçasını

kadınla sonsuzluğa...

beden kalmıştı tek.

toprağın altında,

ruhu kadınla.

bedeni buz gibiydi genç adamın,

huzursuz.

ruhu ise sıcak ve mutlu

o kadınla...

tam mezarının karşısındayım

o kadının,

elimde kadının kolyesi.

ruhum mezarda kadınla...

O kadın, o ölümü konduramadığım

o Güler yüzlü kadın...

Benim babaannemdi.

kasım 5. 06

13.10.2010

güler

kelimeler seni geri getirse
virgülsüz konuşurdum inan,
bir an susarsam
ölürsün diye korkardım.

sen anlat bana
ölüler de ölür mü?

öylesine yazılmış şiirlerin
öylesine yazılmış mısralarında
faydası olsaydı kelimelerin,
yokluğuna çare olmak için
durmadan yazardım ben

görüyorsan sen anlat bana,
ölüler görür mü?

ardından ağlasam
gözyaşlarıma karışsa sözyaşlarım
duyar mıyım kokunu bir kez daha
elin değer mi elime
ve
elin elime değidiği anda
gülümser misin acaba

peki sen anlat bana babaanne
ölüler hiç Güler mi?



12.10.2010

arkadaş

arkadaş,
boş bira şişelerinin değil
dolu beyinlerin
ve dolu kalplerin ardından
karmaşıklıkların arasından
cila niyetine değil de,
ana yemek kıvamında rakılarla
bir o kadar da dostça şarkılarla
sesleniyorum işte sana
arkadaş!

mumlarla beraber yanıyor kelimeler
belki bir an çıra gibi olur
belki de anında söner
ama kim bilir
anlatılanlar değil de
anlatılamayanlar gerçeği döker
arkasına bakmayanlar değil de
arkası umurunda olmayanlar
çıkar bir gün
bizde olamayanı
bizde asla olamayacağı
bize acımasızca söyler
arkadaş...

3.10.2010

bir sen ol, bir de rakı...

bir sen ol bir rakı, bir de yarım yamalak dünyamız.
kimimiz bin eksik, kimimiz bir fazlayız...
biraz meze niyetine müzik
ezme niyetine acılar
ve zeytinyağı kıvamında gözyaşlarımız..
sudan daha az yoğun
ve her zaman suyun üstünde..
tıpkı az yoğun özlemlerin
çok yoğunların üzerine çıkması gibi.
tıpkı yalanların gerçeği ezmesi gibi..

bir sen ol bir de rakı
biraz da meze niyetine müzik
sessizce oturalım
kadehinden kadehime konuş
sonra bir parça gözyaşı sıkalım
mezelerin üzerine
yüreğim kavrulurken konuşmayalım
ama anla beni
bilirim ki anlarsın
arada rakının hatırı var.

bir sen ol bir de rakı
ve ben dünyayı unutup ağlayayım
sen de benimle ağla
ağlayacak şeyin olmasa da

bir kardeşim olsun bir de rakı
masada kalsın tuzlu gözyaşı..
ağlayalım ki birazcık dinsin
zavallı hayatların, cılız yangınları...

dip not: durup dururken ortaya çıkan şiirlerin havası bambaşka be kardeş...

Babaannem'e mektup

Sevgili Babaanne;

Bu yıl tam dört yıl olacak sen öleli... 13 Ekim kapıda. Seni özledim biliyorsun, seni hayattaki her şeyden daha çok özledim. Kokun burnumda tütüyor biliyor musun? Yumuşacık yanakların düşüyor aklıma, üşüyorum...

Sen öldükten sonra iki sene boyunca her 13 Ekim mezarındaydım. Diyordum ki dünya yıkılısa 13 Ekim'de ben Turgutreis'te mezarının başında olurum. Olamadım özür dilerim. Dünya'nın esiri oldum çünkü. Ders, okul derken gelemedim babaanne, özür dilerim. Ama bil ki seni sevmediğimden, özlemediğimden değil. Çok özlüyorum babaanne... Her saniyemde olsaydın keşke. 4 yıl her saniyemde olsaydın...

Arada atıyorum bizimkileri konuşuyoruz. Kah annem babamla, kah halamla... Ama dedemi arıyorum ya babaanne, hep içimden seni istemek geliyor. "Bir babaannemi de ver onunla da konuşayım dede" demek geliyor içimden her seferinde... İstisnasız her seferinde senin de sesini duymak istiyorum. Telefonun da telefonumda kayıtlı, sim kartın da bende aslında ama arıyorum arada bir. Çocukça bir hayal işte, arıyorum belki açarsın diye, açamayacağını bile bile arıyorum babaanne... Ya açarsan? Sesini bir kez daha duymayı o kadar çok arzuluyorum ki olmayacağını bilsem de arıyorum. Elimde değil...

Çok şey değişti babaanne... Sen öldüğünde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler'de okuyordum. Şimdi hem onu okuyorum hem de Hukuk. Siyaset bu sene bitiyor biliyor musun? Mezun oluyorum. Bizim okulda her sene mezuniyet töreni olur babaanne... İki gün sürer. Bir günü bölüm birincileri falan ödül alır. Sanırım ben de alacağım... Ne geliyor aklıma biliyor musun? Yaşasaydın... Orada olsaydın... Benim ismim okunduğunda sen de orada olsaydın be babaanne... Cüppemle yanında dursaydım. Bir fotoğrafım olsaydı seninle... Eminim gururlu gururlu bakardın kameraya fotoğrafımız çekilirken... Bakardın biliyorum... Sonra akşam babam yemeğe çıkarsaydı bizi... Tüm aile... Sen bir de ben... Sen sevmezdin, sevmek için hiçbir nedenin de olmadı ya hoş, ama benim şerefime bir duble içerdin eminim ki...


Ha bir de evim oldu babaanne... Kozatağı'nda... Okuluma çok yakın işte. Böyle bir site içerisinde, babam sağolsun. Dedem geldi... Dedem ben ve Deniz Kuzguncuk'da bir meyhaneye gittik. Sen ölmeseydin, Deniz'le beni özleyince atlar gelirdin. Senin meyhanede gözün olmaz. Gündüzleri gezdirirdik seni de Boğaz'ın kenarına götürüp... Akşamları arardın... konuşurduk doyasıya... Ben yine senle konuşuyorum ya hep...

Buzdolabımın üzerine bir resim koydum. Yanılmıyorsam 17. doğumgünüm. Necmi çekmiş. Solda Rana ve babam, sağda annem ve dedem, ortada sen bana sarılmışsın babaanne... İşte o kollarını bir daha hissetmek için her şeyimi verirdim...

Her sene 13 Ekim'de halamı arıyorum ben de işte... Sadece 13 Ekim'de değil ne zaman aklıma düşsen halamı arıyorum. Nefesim yettiğince ağlıyorum. O da ağlıyor. Beraber ağlaşıyoruz. Ama merak etme ondan başka kimsenin canını sıkmıyorum böyle... Ha halam demişken Sıla kocaman oldu be. Görsen bıcır bıcır. Halamlar da her yaz Bodrum'da.

Rana'yı görmelisin, o da ne kadar güzelleşti anlatamam. Ailenin en güzeli o...

Babaanne;

Her şeyi geç de ben çok özledim seni... Daha senle yaşayacak o kadar çok şey vardı ki... Daha mezuniyetime gelecektin. Evime gelecektin... Daha senle konuşacak, gülecek, yapacak o kadar çok şey vardı ki. Hala da var... Ama sen yoksun. Her an her saniye özlüyorum seni babaanne... Turgutreis'e otobüsle girerken bir tepeyi aşarsın da kıyı bir anda gözükür hani... Sen varken oraya geldiğim anda içim içime sığmazdı. şimdi nefesim kesiliyor korkuyorum. Nasıl yürürüm otogardan dükkana kadar... Nasıl o dükkana girerim diye... Ayaklarım geri geri gidiyor.

Yaşama sevincimdin sen benim... Artık yoksun... Keşke olsaydın. Sensiz her şey yarım...

Babaanne 4 yıl oluyor bu sene sen gittiğinden beri... Hala alışamadım, alışmak istemiyorum ve de alışmayacağım...

Kendine dikkat et olur mu?

Seni seviyorum...

ben allah mıyım

bir şiir yazmak istedim
felaketim oldu.
kaldı elimde
birbirinin çifti yüzükler,
gece büyük bir sessizlikle yırtılırken
bir vardın bir yoktun.

biri demişti bir kere,
en mükemmel aşk ulaşılmaz olandır.
yanımda olsan da
sana ulaşmak zordu sevdiğim.
mükemmel aşkımdın.
şimdi yoksun
gözlerim kapıya kilitli.


şu içimdeki sonsuz keder kadar yoksun...
ben de senden yoksun.
notalarda yok hiçbir teselli.

gitme desem de gidiyorsun
yıkma desem yıkıyorsun
sevme desem, demeye dilim varmıyor,
istemiyorum da demek,
zaten de seviyorsun...

ama gitme diyorum sana,
gitme derken sesim de titriyor ya,
gitme diyorum
gitme...
git_ (satır sonu)
me!

sigaraya yanma diyorum yanıyor
geceye bitme diyorum bitiyor
sana gitme diyorum gidiyorsun.

aksi gibi zaman dur diyorum
durmuyor...

ol dememle olmuyor ki,
ben allah mıyım?

27.09.2010

duble/iki

anason koktu
önce tiksindik
ve yavaş yavaş değil,
bir anda büyüdük biz.
yiğidin harman olduğu değil de
bırak harmanı,
derman bulamadığı yerlerdeydik.
önce anason koktu
sonra irkildik
azar azar değil
kıyaklı dubleleri indirdik biz.
keyfi ayakkabısından gıcır
fikri yakasından hür
gönlü sakallarından gür
"yolunu henüz kaybedememiş;
ancak her an kaybedebilecek"
delikanlılığı serserilik zannedebilecek,
ve çivi çiviyi söker deyip
derdinin içine derman sokmayan
onun yerine ağlayıp sızlayan
ve cümleleri kolay kolay sonlandıramayan
ilk görüşte değil de
her görüşte aşık olan
ve her nasılsa bir şekilde
hayatı tek geçebilecek
birkaç iyi adamdık biz.
önce gözlerimiz karardı,
ancak sendelemedik.
ağır ağır değil,
bir saniyede devrildik biz.

kim bilir kaçıncı kez yırtışımız
bu "sevgiliye son mektup"u...
kaçıncı yemin bozuşumuz
ve ben saymadım ama
sayanın yalancısıyım,
kaçıncı kez savruluşumuz?
iki diyorlar bana,
ilk kez ne zaman iki dedim acaba?
belki böcek sayıyordum
ya da saymaya yeni başlıyordum.
sahi, sen o zaman yoktun.

iki, anlamsızdı işte
ne güzeldi, sen yoktun.
iki ne ara duble oldu
ne ara yazılar koptu
neden ayrılık piyangosu bize vurdu
hatırlayamıyorum.

anason koktu
bu sefer sevdik
sahi, ne ara büyüdük biz
ne oldu da kirlendik?

10.09.2010

geceleri çaresiz uyandığımda

geceleri koltuk tepesinde
sızıp sızıp
yatağıma taşınma seanslarımda
tekrar uyumadan önce
son kez
seviyorum seni.

çaresiz nefeslerimin
boş debelenmelerinde
sigara dumanına
son selamı çekerkenki gibi.

uyandığımda
tekrar sevebilsem seni
tekrar sızana kadar hem de.
sonrası uykuya hapis.

senle bin gece uyumanın
sensiz bir gece uyumaktan farkı olmalıydı
yokmuş.
her ikisinde de uyku hüküm
yatak koğuş.

tek fark koğuşun mevsimi
senle daha ılıman olan.

buz gibi gecenin
karanlığına karışır
bir maça valesinin
sessiz hikayesi

ve bir damla
uyku kokusuydu
gerisi.

1.09.2010

ben, aynı ben, başka ben

uzun ve derin nefes alabilsem bir kez daha
o eski kokan, çocuk kokan bir tutam hayatımdan.
bir yol bulsam
dönüversem, kaçıversem hızlıca.
ardımda değil de, önümde bırakabilsem anılarımı..
bir an bulsam eskilerden
tekrar gözlerim dolsa sevinçten.
en çocuksu kahkahamı bulsam..
sıkıca sarılsam, hiç bırakmasam.
viskiyle değil de
sütle huzuru bulsam.
o en temiz, en el değmemiş halime sorsam
"büyüyünce ne olacaksın çocuk?" diye,
"sen değil" dese bana
yüzüme vursa acımadan..
o en hüzünlü kendimi bulsam
koysam kafamı omzuna
onunla birlikte ağlasam...

30.08.2010

son nefes sızısı

Sızısı temmuzdan başlayan bir acıyla düşersin aklıma

Senelik ölümümün gerisayımının başlangıcında

13’ünden 13’üne 3 ay boyunca.


Bir sigara dumanı

ağıtı bu.


bir parka toprağın odamdaki

hareketlenir her sene doğumumda,

ölümünle durur

ölümüm olur.


Ben her sene 3 ay yaşarım

Doğumumdan ölümüne.


hani…

sessizlilte

bir nefesle

çıtır çıtır yanar ya sigaranın kağıdı,

o misal yanarım.

3 ay her gece

ve her gündüz

ve bir de her saniye.


aklımda tek kelime

özlediğim.

Havaya değil

ama

sana söylemeli bir kelime,

dünyadaki en güzel hecelerle…


yerçekimli bir dünyada

ayakları yere basmayan,

uzaydan daha geniş,

havadan daha saydam

bir sevgiyle

ve melodik bir sevgiyle hem de

ve çok

ve uçsuz

hem de bucaksız

çığlık çığlığa

ama nefessiz bir çığlıkla

karanlığına daldığım

gecenin koynunda

sabahlara kadar sevdim seni.


4 yıl evveldi

Öldün.

Son dokunduğum sana

ve

son aldığım nefes de

aynı zamana denk gelir.


Bilir misin

4 yıldır tutuyorum nefesimi.

bırakınca

sana düşeceğim.


ben 3 ay gözyaşlarımla

susuz kalırım her sene

kuruluktan çatlamış dudaklarımda

tek nefes,

birleşik bir kelime…


babanne.




her aşk bir azrail eksi bir ölüm

binlerce heceye bölünmüş
aşk...
milyonlarca kere
üç harften
ise de
olmak kolay değil.
ölmek ise hiç.

ölüm hep dillerde,
sanarlar ki iki hece
ama
bilinmez ki
üç hecedir Azrail
ölümden bir adım öte...

aşk,
azrail ile
gizli ilişkide.

günlerden ölüm,
azrail'den
bir gün önce...

saat ise
aşk'ı
keder geçe.

bulut açan

orada gök
gürlese de
kalbinde açan
benim!

kapalı havalarda
bile
bulutların üstü
hep güneş!

25.08.2010

yeni mavi

geçtiğin yolların uzunluğuyla ölçeceksin yaşını
yıllandıkça yaşlanmazsın çünkü
yoruldukça adam olursun.
yürüdükçe görürsün gerçeği, yalanı.
derman kalmayınca öğrenirsin çaresizliği,
gözünden yaş kendiliğinden akınca anlarsın ağlamayı.

durmayacaksın asla.
asla hız kesmeyeceksin.
sonu hep aynı olacak diye
olduğun yerde beklemeyeceksin.
kabul etmeyeceksin sessizliği
gürültünün alasını çıkartacaksın.
isyan edeceksin önce kendine, sonra herkese...

bildiklerini tekrar etmek yerine
hiç bir fikrinin olmadığı şeyleri yapacaksın.
yanacaksın ki öğreneceksin acıyı.
ilk önce gözlerinde göreceksin kırmızıyı.
sonra damarlarından çıkan kanda.
ilk önce yüreğin bağlayacak karayı.
sonra heyula gibi çökecek gece üstüne.
hiçbir ışık, hiçbir çıkış olmadığında
hissederek öğreneceksin siyahlığı...
bir gün uyanacaksın umutsuzluğa
en çıkılmaz, en dayanılmaz bir anda
göreceksin iki çift gözü
hiç gitmediğin okyanuslar
hep yaşamak istediğinin yerler
o iki çift gözde canlanacak.
hani demin öğrendiğin siyah var ya
o anda unutacaksın rengini.
çünkü artık maviyi öğreneceksin..
iki çift mavi gelecek aklına,
masmavi kaybolacaksın
bilinmeyen ülkenin bilinmeyen sokaklarında.

17.08.2010

aşk ve yara

aşk yaradan da ağır mı diye düşündük önce
koyduk kantara
bir yana aşk, bir yana yara.
önce aşk kaldırdı bütün acıları en yukarıya.
ağırlaşmaya başladı yara,
dengeye geldi yavaş yavaş aşkla.
sonra ne olduysa oldu
yara düştü dibe ağırlıktan.
işte tam o sırada
koptu bir parça
yapıştı aşkın dudaklarına...
yükseldi gitti aşk doruklara
yanında bir ufak yara.
yaranın büyüğü ise
bir süre kaldı en ulaşılmazda
sonra gitti en akla gelmeyecek zamana.

11.08.2010

öyle ya da böyle

öyle ya da böyle
bulacağım seni aynı yerde
ne olursa olsun
sen ne söylersen söyle
öyle ya da böyle
söküp alacağım seni
istesen de istemesen de
bugün, ya da yarın
ya da bir gün
saracağım seni kollarıma
sımsıkı tutacağım hiç bırakmayacakmış gibi

öyle ya da böyle
şimdi ya da sonra
elbet bir gün
soracağım sana seni
gelme demeyeceksin

11.07.2010

dinleyemeyeceğin şarkılar olacak

dinleyemeyeceğin şarkılar olacak
okuyamayacağın şiirler
gidemeyeceğin yerler olacak...
her seferinde kan dolacak için
kızaracak gözlerin
boğazın acıyacak
yutkunamayacaksın sen..
ardında bıraktıkların
her melodide önüne çıkacak
hataların zincir olup
seni acımasızca geri çekecek.
sonunda göreceksin ki
yıllar sonra anladığın gerçekler
yıllar boyu anlayamadığın şeylerden
çok daha fazla olacak..
belki bir gün
bir kez daha diyeceksin
ama karşında
yalan dolu suratların dışında
başka bir şey olmayacak..

6.07.2010

roman gibi

bir roman gibi başladım seni yazmaya.
sadece gördüklerim değil,
sende göremediklerim kadar
uzun ve sonsuzdu bu macera;
ya da
ben sonsuza doğru çekmeye çalıştıkça
eksi ivmeyle ilerliyordu..
yani sonsuza değil,
sıfıra gidiyorduk el ele.
zaten gittik de.
en kötü ihtimalle
ben dibe vurdum,
sen de
dibe vuruyormuş gibi yaptın işte.
aslında senin açından en iyi ihtimal değil miydi bu?
sen benimleymiş gibi gözüküyordun,
ben ise
demin sonsuza götüremediğim sevgi yerine
aptallığımla gözlerinin içine bakıyordum.

bir hayat gibi başladım seni yazmaya.
önce doğdun içimde,
damarlarımdan sen aktın.
sonra ben kanıma kırmızı rengi veren şeyi kaybettim.
ne ara oldu, nasıl oldu bilemedim.
zihnimin kalbime yaptığı
son baypas sen oldun.
sonra gençliğin baharında öldün sen.
yok oldun, yittin, gittin.
ötesini ne ben biliyorum,
ne sen biliyorsun,
ne de yukarıdaki.

kesin olan şeyler var benden yana.
bir kez benimle öldün sen,
bir daha aynı ruhta,
aynı bedende can bulamayacaksın.
sana verdiğim sözlerin hepsini unut.
gerekirse ben namert olurum,
yeter ki benden uzak dur.

roman olacaktı öyle ya
yazdıklarım.
belki sana bir roman yazacak kadar büyüktü sevdam,
ama sen öldürdün
önce kendini,
sonra sevgimi
sonra her şeyi…

4.07.2010

bunalmış bedenler...

yine duruyorum sabaha karşı
gözlerimde uykusuzluk var.
bakıyorum ara sıra camdan dışarı
birkaç tane başıboş köpek
iki sarhoş, onlarca boş bira şişesi var.
kasvetli duruyor ortalık ama
karanlık değil sebebi..
sadece bunalmış bedenlerin eksikliği..

herkes birilerini arıyor belli ki
kimisi aradığını şişede buluyor
kimisi orada bile bulamıyor.
elleri yanıyor insanların
kimse kimseye dokunamıyor.
karanlık değil sebebi...
sadece bunalmış bedenlerin eksikliği...

rüzgar sesi, yaprak hışırtısı
yanıp sönen trafik lambası
ve sokak serserileri
herkes gibi, her şey gibi
ben de sabahı bekliyorum.
belki bu sabah gelmez güneş diye
her akşam kuşkulu vedalaşıyorum.
ama o yine geliyor...
ben ise,
bunalmış bedenlerin içinde
bir kez daha güne karışıyorum,
ta ki son akşama kadar...

1.07.2010

en kötü intihar

yazmak...
yaşamaktır yazmak.

bir nefese tutunabilmektir,
kaçmamaktır kendinden.

herkesin izlediği ama
kimsenin görmediği
bir dünyaya adım atmaktır.

aynaya bakmak değil,
aynanın içine girmek de değil,
aynayla bir olmaktır.

öfkeyi akıtmaktır mürekkebe bazen
bazen gülümseme ile nokta koymak...

yaşamaktır yazmak,
yazamamak ölüm.

yazmamak ise
ince, hüzünlü ve biraz da soğuk
bir intihardır.



büyüme

büyüme çocuk dediler sana
seninle birlikte dertlerin de büyür
yüreğin de büyür dediler..
sen dinlemedin.
burnunun dikine gittin..
kaldırabilecek misin bu kadar yükü
ellerinde, kalbinde ve beyninde
bu ağırlığa dayanabilecek kadar kuvvet var mı?
büyümeyecektin çocuk.
hep çocukça sevecektin..
en büyük dertlerini
bir iki şekerle unutacaktın..
daraldığında, kızdığında
veya sebepsiz,
herhangi bir yerde,
hüngür hüngür ağlayabilecektin
ve kimse senden açıklama beklemeyecekti..
bir oyunun içinde
en sevdiğin kahramanlarınla
omuz omuza çarpışacaktın..
uyandığında düşünmen gereken en önemli şey
sokakta hangi oyunu oynaman gerektiği olacaktı..
bir gün sana o kadar uzun gelecekti ki,
hemencecik sızacaktın akşam yemeğinden sonra..
oysa sen ne yaptın çocuk..
büyüdün..
dertlerin senden fazla büyüdü..
artık çözümlenemez duygulara büründün,
sıkıntılarla doldu beynin..
hiç beklenmedik bir anda
cayır cayır bir sevdayla yandı kalbin..
artık yirmidört saat sana yetmiyor..
her gece uyanıksın,
her gece ayrı bir düşüncedesin..
her gece apayrı bir sendesin..
bu yüzden ellerin titriyor artık yazarken..
küçükken de yazardın sen çocuk,
ama elin titrememişti hiç..
yüreğin titrememişti..
dur çocuk dur..
ne olur büyüme artık..

29.06.2010

eksik/yarım

ezik, buruk, püskümüş
kireç gibi bembeyaz
bir o kadar da iticiydi hayat..
içinden alınacak
sadece birkaç nasihat..

24.06.2010

neden? bilmiyoruz..

niye yaşıyoruz
biz de bilmiyoruz...
değerlerimizi koyuyoruz
kaynayan bir çanağa
birer birer kaynatıyoruz.
seviyor muyuz acaba,
ya da sınanıyor muyuz?
yukarıdaki görüyor belki halimizi
biz ise yasaklara sığınıyoruz..
keyiflenmemiz gerekiyor belli ki,
oysa biz hüzüne oynuyoruz..
telefonlar mı çalmıyor,
yoksa biz mi arayamıyoruz?
belli ki bir şeyler yakmış bizi..
biz küllerimizden doğmak yerine
rüzgara savruluyoruz...
hep mi derdimiz bir dişi,
hep mi dersimiz bir kişi
biz de çözemiyoruz.
durmaksızın yaşıyoruz ama
biz de neden bilmiyoruz.

bu gecenin sözü
bir yaşamın özü
bir aşığın hüznü
neden? bilmiyoruz..

16.06.2010

kutlu olsun..

az kelime, çok anlam
tek cümle, bin kelam...

"bu sefer unutmadım işte..."

11.06.2010

kelimelerin hikayesi

Cogen:

kelimeler yerse yesin kendini
bir gün belki anlatır birileri
onların bu heyecansız, süreksiz
ve bitemeyen hikayelerini

i c a (21/02/2010 – 23.43)
sonra usulca fırlatırlar kelimeleri
başkalarına bırakmak istemezcesine
yazarlar hikayeyi kendileri
unutulmamayı garantilercesine

unutulmamak mıydı mesele
yoksa unutmamak mı
ama yazmaktı işte
amaç araca karışmışsa ne var?

serseri mayın misali
aklına geçeni yazmak mıydı
yoksa saklamak mı biraz kendini
anki hikaye eskilerden endişeli ezgiydi

Cogen (24.02 – 01:04)
bir an gelseydi biri
anlatmaya kalksaydı kelimeleri
nasıl ve nerden başlasaydı,
nerden bilebilirdi ki gerçeği?

onlar her zaman bir bütündü
anlamları beraber oluştururlardı
en acımasız zamanlarda bile
söyleyecekleri şeyler vardı..

bazen bir kömür lekesinde hayat bulurlardı
bazen gözyaşı ıslaklığında bir mürekkepte..
bazen mutluluğun peşinden akarlardı
bazen de umulmadık bir felakette…

aşkı mı doldurdular dersin
yoksa yüreği mi boşalttılar?
kağıtlar mı onları konuk ederdi dersin
onlar sanki hep oradaydılar…

kimine göre kifayetsiz
kimine göre samimi
kimi zaman çaresiz
kimi zaman da serseri..

kelimelerin hikayesi bu
anlatmaya kalktı birileri
belki “o” an geldiğinde
imkansızı deneyeceklerdi…

i c a (10/06/10 – 03:33)
ama inatçıydı kelimeler de işte
sanki açıklanmak istemezmişce
ayak sürüyorlardı
onların hikayecilerine

kelimeler
korkardı insanlardan
ve
saklanırlardı gizlice
ortaya çıkmak endişesiyle…

ama bir zaman vardı ki gelecek
ne onlar karşı koyabilecekti ne gerçek
hayallerin dünyasından gelip
kelimelerin hikayesi süzülecek

ve hazırdı da birileri
bitirmeye artık bu gizemi
kelimelerin anlaşılmazlığı
onlar için maziydi

şimdi artık sırasıydı
kelimeleri anlatmanın
onların hikayeleri ayrıydı
ve bir o kadar da aynadaydı

Cogen (10.06 03:37)
bu işin nihayeti fazla uzak değildi
nitekim döküldü kelimeler birer birer
ve artık son sahne için
sakin ve sessizce beklediler..

biri kan kırmızısıydı
belliydi acıyı anlattığı.
öteki saydamdı
göz yaşlarına karışmıştı

biri simsiyah duruyordu
beyaz kağıt üstünde
karanlık bir hükümdarlık kuruyordu
okuyanı bir anda boğuyordu.

dokundum birine kalemimle
aldı götürdü beni yanında
bir şeyler fısıldadı kulağıma
ve devam etti kendi yoluna…

i c a (10/06/10 – 04:05)
işte böyleydi kelimeler
kah duygu olurlardı
kah bir renk
bazen resim olurlardı
bazen ses

dokunurduk onlara
hissetmesek bile
yazıyorduk duvarlara
hiç bilmediğimiz kalemler ile
içlerimizden yavaşça geçerlerken
fark etmezdik onları
yanı başımızda gezerlerken
görünmezlikti olayları

10.06.2010

zaman çekimli

Her zamana göre çekimlerim ben seni

Geçmiş,

Gelecek,

Ve bir bitmeyen şimdiki…

Yeri gelince de dilek şart kipi

Hiç olma istedim

geçmiş zamanın hikayesi…

dersimiz akıcı şimdiki zaman

bu sonsuz.

Ve gelecek zamanın

Her türlüsüne

Korkusuz…

Matematiğim de olurdun ya

Denklemlere sığmazsın

Ne kadar çok şeysin bir bilsen...

29.05.2010

iki duman arası

gök gürültüsünden
korktuğum gibi
korktum ben senden.

Bir çocuk gibi merakla...

bakmaya korksam da
parlaklığın çekti beni,
gürül gürül.

Buruşmuş sigara paketlerinin
arasındaki dumandan
gizlice seyrettim
seni.

bir damla yağsan
sana karışacaktım,
bir nefeste...

Kalemin ucundaki
mürekkepten
sana akacaktım...

aklımda yağmur taneleri
elimde
somut
sensizlik,
dışarıda sen.

yarım yamalak
bir duadan
fırlar gibi
kalbim

Kopuk mısralarda...

28.05.2010

kara kuru bir aşk

kara kuru bir aşk
dengesini kim kuracak?
belki bir anda değil
bin yıl da kalacak..
uzun değil, kısa değil
benle değil, bensiz değil...
kızılımsı,
belki de mavi..
delirdim mi dersin
ya da akıllıca..

bir gün kavuşmak
aklına gelmeyince,
hissetmeyince
ve belki de gerçekten delirince
ansızın bitince
veyahut bitemeyince..
artık boynum kıldan ince..
getirince büyük düşleri yerine
çıldırmalı yeterince...

bir gün değil
bir an gelince
sessizce ve sensizce
yürümek bu yolda
ansızın ve kederlenmişçe
her şeyden öte ve her şeyden ziyade
bensice
dayanamayınca
umarsızca ve hiç kimse yokmuşçasına
işte o zaman
ağla...

dip not: kafamın çok iyi olduğu bir anda, hatırlayamadığım bir şekilde bir yerlere yazmışım...